Jon
Roffe
Virtual/Actual
workshop, Deakin University, 13 November 2015
Bugün gördüğümüz gibi, sanal ve yoğunluk kategorilerin
anlamı (sense) ve göreli statüleri Deleuze'ün felsefi sistemi için önemli
olduğu gibi kesin olarak belirlenmeleri de zordur. Bu verili bir çalışma için
de böyledir; Deleuze'ün bir bütün olarak uğraşları söz konusu olduğunda zorluk
dramatik bir biçimde artar. Örneğin, hem Fark ve Tekrar'da hem
de Felsefe Nedir?'de, kavram bir yoğunluk olarak düşünülmüştür.
İlkinde Deleuze "kavramlar felsefi sistemlerin bakış açısından
yoğunluklardır"(DR 118) diye yazar, ikincisinde ise kavramlar "yoğun
koordinatlar" (WP 40) düzenlemesi olarak tanımlanır. Ayrıca, her iki
durumda da yoğunluğun kaydı sanal olan ile yakından ilgilidir. Fakat Fark
ve Tekrar'da Deleuze "sanallık gerçeğinin yapı olduğunu" (DR 209)
ileri sürer, Felsefe Nedir?’de sanal olanı doğrudan sözde sonsuz
hız olan kaosla tanımlar. (WP 108)
Bence o zaman, sanal ile yoğun arasındaki ilişki
hakkında üretilebilen ilerleme düzeyi, ele alınan metin sayısı ile ters
orantılı olarak değişir. Burada, (bugün hepimizin yaptığı gibi) altmışlı
yılların sonunda ve yetmişli yılların başında yayımlanan üç metnin sırasını göz
önünde bulundurmak isterim: Fark ve Tekrar, Anlamın Mantığı ve Anti-Ödip.
Joe (Hughes) ve diğerleri gibi, ortak bir tezin
aksine, Deleuze'ün felsefi yörüngesindeki en anlamlı kopuş Anlamın
Mantığı ve Anti-Ödip arasında değil fakat
ikincisiyle Kafka ve Bin Yayla ile oluşan iki
kanatlılık arasındadır.1 Yine de -Joe'dan farklı olarak-
üçlünün tek ve aynı projeyi sürdürdüğünü sanmıyorum. Metinler arasında anlamlı
değişiklikler var ve bunlardan ikisini burada incelemek istiyorum. Birincisi,
birincil fark Fark ve Tekrar ile Anlamın Mantığı arasında
sanalın anlamındaki bir kayma ile ilgilidir. Bu kayma kendi gücünün yerini
kavramda, yani daha doğru bir deyişle benim
ilgilendiğim yarı-nedensellik kavramında bulur. Yarı-nedensellik
kategorisi Anti-Ödip'te yeniden görünür, fakat statüsü değişmiştir.
Fark ve Tekrar: sanal ve yoğunluğun nedensel-olmayan anlamlılık
sistemi
Fark ve Tekrar'la
başlayacağım -orada sanalın ismi nedir? bu konu bugün burada derinlemesine
zaten ele alındı, dolayısıyla ayrıntılara girmeme gerek yok. Yanıtın üç unsuru
yeterli olacaktır.
İlki, Deleuze'ün maddeci ve kaba dirimselci okumasıyla
ister istemez gözden kaçırdığı ve her zaman alıntıladığım can alıcı bir pasajda
bulunur: "sanalın gerçekliği yapıdır."(DR 209) Sanal aslında yapı
için uygun bir gerçekliğe sahip, yani, aynılığa ya da eldeki ilişkiler arasında
verili terimlere başvurmamayı içeren farklı bir yapıdır.
Sanalın yapısal özelliği, bu kez kesin nedensel
tarafsızlığı ile yanıtın ikinci bir unsurunu da ima eder. Sadece sanalı ve
yoğunluğu birleştirme derecesine dek işleyen Fark ve Tekrar'ı
dirimselci okumanın tersine -genelde bir tür yeni-Platonculuğun örtük biçimde
onaylanması kaçınılmaz olsa bile- sanal sahipliği herhangi bir nedensel etkiye
dahip değildir.
Bir yandan, yapı sıfatıyla, sanal "tamamen bu
ilişkiler tarafından belirlenen, diferansiyel unsurlar arası karşılıklı
ilişkilerden oluşur."(DR 203) Buna bağlı olarak, öte yandan, sanal yapının
ve tekilliklerin ilerletici belirlenimi, ait olunan sanalın kendisi tarafından
değil fakat yoğunluğa ait dinamik süreçlerin devamlılılığı tarafından 'hareket
ettirilir'. Deleuze'ün bu bağlamda sağladığı oluşum (genesis) hesabı bu yüzden
nedensellik teorisiyle hiçbir ortaklığa sahip değildir. Nitekim şöyle der,
Oluşum (genesis) gerçek bir terim, yine de küçük, ve
başka bir gerçek terim arasında zaman içinde meydana gelir, fakat sanal ve onun
gerçekleşmesi arasında, -yapıdan onun vücut bulmasına, çözüm durumunda bir
problemin koşullarından, diferansiyel unsurlardan ve onların gerçek terimlere
ideal bağlantılarından ve her uğrakta zamanın gerçekliğini oluşturan çeşitli
gerçek ilişkilere kadar uzanır. Bu, dinamizm olmadan, zorunlu olarak tarih-üstü
bir unsur içinde gelişen bir oluşumdur, pasif sentez kavramıyla bağlantılı
olarak anlaşılabilen ve dolayısıyla bu kavramı aydınlatan statik bir oluşumdur.
(DR 183)
Pasif sentezle bu sonraki bağlantı bizi doğrudan Fark
ve Tekrar'a, kısaca bizzat tekrar sistemindeki nedensellik odağına
yönlendirir, Deleuze'ün kitabın açılış sayfalarında zaten yaptığı gibi. Fakat
eğer sanal ve yoğunluk arasındaki ilişkinin nedensel terimlerle karakterize
edilemeyeceğini söylüyorsak, onu nasıl kavramalıyız? Yanıt, bugün daha önce
gördüğümüz gibi (özellikle Sean'ın sunumunda) ifade kavramında bulunur.
Sorunsal bir fikir her şeyin nedeni değildir, fakat mevcut bir genişlemiş ve
nitelikli gerçeklik düzenlemesi, kendisi tarafından sorunsallaştırılmış yoğun
bir birey tarafından ifade edilmiştir.
Burada konuyla ilgili Fark ve Tekrar’daki
argümanın üçüncü unsuru, Deleuze'ün yoğunluktan nitelikli genişlemeye geçişin
bir yanılsamaya katıldığı, ikincisinin öncekiyle ilişkisinde birinci olarak
göründüğü, kendi oluşum sırasının düzenini tersine çevirdiği konusundaki
ısrarıdır. Sonuç olarak şöyle yazıyor,
Sadece aşkın araştırma yoğunluğun aynen kendi içine
aldığıyla kaldığını keşfedebilir ve tam da farkı, sadece ikincil
olarak, sadece 'onu açıklamaya yetecek kadar' oluşturduğu nitelik ve genişleme
içinde yansıttığı uğrakta onu gizlemeyi sürdürür.(DR 240)
Bu noktada anlamlama ve aşkın yanılsamanın tüm sorunu
bana göre değişmeyecektir; daha sonra bu kouya tekrar döneceğim.
Anlamın Mantığı’nda Sanal, Yoğunluk ve Yarı-Nedensellik
Anlamın Mantığı'na
döndüğümüzde benzer bir yapıyı gözlemleyebiliriz.2 Bir yandan,
ve sanal teriminin iyi bilinen yokluğuna rağmen, Deleuze tekrar bir
diferansiyelin, sorunsal bir yapının varlığını savunur, yani fiili olmadan,
tekilliğe sahip olmadan gerçek olduğunu savunur, ve bu benzer olarak -her yerde
olay olarak tanımlandı-. Öte yandan maddi
gerçekliğin 'birincil'liğiyle, 'yoğunluk alanı' esastır (LS 219;
225), hatta bu Dleuze'ün ilgilendiği az ya da çok ayrıcalıklı olan insan bedeni
olsa bile.
Deleuze'ün bu sisteme yaptığı ilk ek, yine
de, iki düzey arasındaki nedensel ilişki ile ilgilidir. Örneğin
James Williams'ın sanal ve gerçeğin karşılıklı belirleyiciliğine büyük önem
veren Fark ve Tekrar okumasına katılmıyorum. Ben de, Joe
Hughes'in yaptığı gibi, gerçekliğin sanal olanı herhangi bir şekilde
üretebileceği ya da modifiye edebileceğini söylemenin inandırıcı bir nedeni
olmadığını düşünüyorum. Aslında, bu iddianın Fark ve Tekrar metafiziği
içinde herhangi bir anlama sahip olduğundan da emin değilim.
Bununla birlikte, Fark ve Tekrar'da
bulunmayan fakat onun varislerinin paylaştığı püf noktası kesinlikle sonuç
alıcı bir ilişki türüne yaptıkları bu vurgudur. Deleuze'ün savunduğu
Yeni-Stoacı iddia ünlüdür: olaylar bedenlerin karşılıklı ilişkilerinin
etkisidir, yani, bir nedensel ilişki ağıdır. Bir neşter bir kola tatbik
edildiğinde, etkinin kendisi bedenin düzeninin değil fakat bir olayın (kesme
olayının) bir etki üretmesiyle ilgilidir, bu aynı zamanda bir lekton, kola
atfolunabilen bedensiz bir söylenebilirdir.
Benzer şekilde, Anlamın Mantığı, ve Fark
ve Tekrar' sanal ve yoğunluk arasında her türlü nedensel etkileşimin
reddini paylaşır. Olaylar bedenlerin nedensel etkileşiminin etkileri
olsa bile, olaylar daha sonraki etkileşimlerde bu nedensel rolü
oynamaz. Bir kez daha, olaylar ve bedenler arası ilişkiler anlamlı ilişkilerdir:
kolun neşterle kesilmesi şimdi kesilmiş olan bu bedensiz niteliği ifade eder.
Fakat analizin yeni unsuruna dönelim, Sanalın,
yarı-nedenin kaydında belirli bir tür alışılmadık nedensel ilişki olarak ortaya
çıkması. Michael Bennett, yarı-nedensellik kategorisinin köklerini Stoacılara
dek geri götüren son iki makalesinden birinde şöyle yazıyor; "olaylarla
bedensiz lektanın eşitlenmesi ve lektanın yarı nedensellik vurgusu Deleuze'ün
Stoacılık yorumunun iki ana yüzüdür."3 Sean Bowden'in
söylediği gibi "Deleuze'ün Stoacıların mantığına yönelik ilgisi onların
önermesel bağlantılarının olaylar arasındaki ilişkileri ifade etmesiyle sınırlı
değildir. O aynı zamanda, onların kip teorisiyle ya da daha net bir ifadeyle
fiziksel 'yazgı'yı olumlayan fakat 'zorunluluğu' reddeden Stoacı tezlerle
ilgilenir."4 Birincinin anlam(sense)-olayına vurgusu
-bana göre, Sean'ın, Anlamın Mantığı üzerine kitabında
ayrıntılarıyla incelenmiştir- iyi bilinir, fakat bizi burada ilgilendiren
ikincisidir.
Deleuze yarı-nedensellik kavramını formüle etmek için
belirli bir kaynağı kullanır, ya da daha çok onu bir dizi Stoacı esere bağlayan
bir çerçeve çizmek için özellikle bir metni, İskenderiye Stromatası Clement'i
kullanır. Fakat Bennett'in belirttiği gibi, Deleuze'ün bu
Stoacı mecaza başvurusu bir değil iki zayıf çeviriyle -Deleuze'ün
Fransızcasından İngilizceye, ve Clement'den bir pasajın Fransızca
çevirisiyle- belirsizleşmiştir, ikincisinin daha düzeltilmiş hali şöyledir:
Stoacı Clement yazıyor, "Bedenin gerçekte neden olduğunu
ve bedensizin, sanki nedensel [hoion aitiôdôs] konuşma tarzında
[katakhrêstikos] olduğunu söyleyin."5 Bu "sanki"
(as it were) Deleuze'ün yarı-neden dediği şeydir ve gerçekten de, Bennett'in
belirttiği gibi, bu ‘hoion aitiôds’u 'yarı-nedensellik' olarak
çevirmek oldukça ekonomik olacaktır."6
Deleuze'ün fikrinin çevirisi de şöyle:"Stoacılar
olayın bir yandan neden oldukları bedenler karışımına ve öte yandan yarı-nedeni
oldukları başka olaylara atıfla ikili bir nedenselliğe tabi olduğunu açıkça
gördüler."(LS 94) Fakat burada tam olarak sorun nedir?
olayların isimlerinin yarı nedenselliği, ilk etapta herhangi bir verili olayın
diğeri ya da diğerleri tarafından düzenlenme şeklidir. Şu örneği ele
alalım:
sebeb ve sonuç (neden ve etkiyle) ilgili olarak,
olaylar, sadece hep mevcut etkiler, kendi aralarında yarı nedensel işlevler ya
da her zaman tersine çevrilebilir (yara ve yara izi) yarı nedensellik
ilişkilerini daha iyi oluşturabilirler. (LS 8)
"Yaralanmak" ve "yara izi" olmak
üzere iki olay, bedenime yapılan atıfların ya da ardışık ifadelerin ötesinde,
olayların konumlarına uygun bir ilişkiye sahiptir. Fakat bu yalnızca olaylar
olarak ortak-varoluşlarını betimler. Ve ikinci örnek bunu daha iyi anlatır:
Olaylar asla bibirinin nedeni değildir, ancak daha çok
yarı nedensellik ilişkileri devrededir, iki anlamda da sonsuzca yeniden
görünen, gerçekdışı ve hayali bir nedensellik. Ne aynı zamanda ne de aynı
ilişki içinde daha genç ya da yaşlıyım, fakat aynı zamanda ve aynı ilişkiyle
ben öyle oluyorum.(LS 33)
Buradaki "yaşlanmak" ve
"gençleşmek" iki olay yarı-nedensel bir ilişkiyle birlikte
bağlıdırlar. İlişki ne bedensiz anlamda nedensel ne
de (örn. evrensel kavramlarla ilgilenen) mantıksaldır, fakat aynı
zamanda, onlar, her biri diğerinin anlamına uygun olarak, diğerinin ifade
edebildiği bakış açısını sağlayacak şekilde birbirlerine aittirler.
Öncelikle, genel anlamda, o zaman, bedensiz anlam-olay
arasındaki yarı nedensel ilişki, verili herhangi bir olayı, kendisiyle ilişki
içindeki diğer olayları düzenleyecek şekilde açıklar. Fakat Deleuze'ün
hesabını Anlamın Mantığı aracılığıyla izlerken, yapısal
konumsallıktan daha öte bir şey söz konususudur. Fikrin doğrudan dikkate
sunulduğu "çifte nedenselliğe" bağlı dizilerde, bu, dağılımın bir tür
genetik gücü olarak görünmeye başlar. Deleuze şöyle yazar:
Anlam (sense) kavranır kavranmaz, onu üreten ve yüzeye
dağıtan yarı nedenle ilişkisinde, yarı nedenle içkin bir ilişki içindeki [...]
bu düşünsel nedenin gücünü miras alır, ona katılır ve hatta ona hükmeder ve
kuşatır, [anlam-olay] 'ın izlediği ve çatallanma yarattığı yolları
oluşturur. (LS 95)
Sınıra gelince, Deleuze'ün -şu adı çıkmış- Eventum
Tantum, Olay bayrağı altında tüm olay dizilerini birleştireceğini biliyoruz.
Ancak şimdi bunun basitçe ne anlama geldiğini, -yarı-nedenselliğin her zaman
herhangi bir olayla ilgili olarak yürürlükte olduğunu-görebiliyoruz. Anlamlama
-şu ya da bu olayın anlamının yeri- diğerleriyle sahip olduğu diferansiyel
ilişkiler tarafından çerçevelenmiştir.
Bunun nasıl olabildiğini, Deleuze'ün yarı-neden için
verdiği en iyi ve en etkili örnek olarak, Nietzsche'nin hastalığının onun
çalışmalarında oynadığı rolü tartışmasında görürüz. Bu örnek ayrıca önemlidir,
çünkü göreceğimiz gibi Anti-Ödip'in tamamen farklı terimlerle olsa da
bağlanacağı aynı araziyi geçmektedir.
Nietzsche, görünüşe göre, bedensel frengi ve genel
felçten çıldırdı ve öldü. Ancak bu olayın izlediği patika, bu kez tüm
çalışmalarına ilham veren ve yaşamını esinlendiren bir yarı-nedenle ilişkili
olarak, genel felçle, göz migrenleriyle ve çektiği acıdan kaynaklı kusmalarla
hiç ilgisi olmayan, fakat onlara yeni bir nedensellik, yani - bedensel
gerçekleşmelerinden bağımsız ebedi bir hakikat- bedendeki bir karışımın yerine
tüm külliyatına hakim bir tarz kazandırmıştır. Bu çifte nedensellik dışında,
bir külliyat ve hastalık arasındaki ilişkiler sorununu açığa çıkarmanın başka
bir yolunu görmüyoruz. (LS 108)
Bu "yeni
nedensellik", 'hastalığın artışı', 'migrenlerden çekilen acı'
ve hatta Nietzsche'nin bedeni yolula ifade bulan başka olayları yerleştirme
işlevi gören 'ölüm' gibi olaylara erişmek ve onlara yeni bir anlam vermekle
ilgilidir. Tüm bunlar, Deleuze'ün gizemli, 'tarz' (style), 'olayların stilistik
birliği olarak yarı-neden' terimi için ele geçirilmiştir.
Geçerken, Anlamın Mantığı'ndaki
astrolojiye ilk bakıştaki şaşırtıcı referansın anlamını kavramamızı sağlayan
şeyin bu analiz olduğunu belirtelim. Deleuze, "Astroloji, belki de
nedensel olmayan tekebuliyetler ve mantıksız bağdaşmazlıklar teorisi tesis
etmek için ilk önemli girişimdi," (LS 171) diye yazdığında, o, bir
nedensel ilişkiler dizisinin geleceğini yansıttığını değil, gelecekte meydana
gelecek bir olayı öngörme eylemini içerdiğini düşünür, fakat olaylar arasında
geçen yarı-nedensel ilişkilerin incelenmesi: " 'Fabius köpek yıldızının
şafağında doğar' ve 'Fabius denizde ölecektir: ikisi de değil.' "7
Anti-Ödip’de Yoğunluk, Genişleme ve Yarı-Nedensellik
Son olarak Anti-Ödip'e dönelim. Önceki iki kitapta
anlamlı bir devamlılıkla işaretlendiğini söyledim, ancak bu kesinlikle doğru
olsa bile, sadece aynı projenin farklı terimlerle takip edildiği meselesi
değildir. Sanal burada ne kendi adı altında ne başka bir ad altında görünür,
ancak yoğunlaşma ve genişleme (intensive and extensive) arasındaki,
dramatizasyon süercinin Fark ve Tekrar'a göre meydana geldiği iki
kutup arasındaki zıtlık bir kez daha kökenseldir. Sanal burada yoktur, fakat
yoğunluk da yoktur.
Hepinizi Anti-Ödip'in tam bir sunumuyla baş başa
bırakacak ve temel noktaları izlemekle yetineceğim. Kitap arzu-üretimi ve
toplumsal-üretim arasında bir ayrımdan yola çıkmaktadır. Bu zıtlık sıklıkla
baskıcı toplumsallaşmaya karşı doğal arzu çukuru, kötü bir eşleşmeye karşı bir
tür iyi olarak ele alınmıştır, ancak bu, durumdan uzaktır.
Aslında, belirli koşullar altında sadece toplumsal
üretim, sadece arzu üretimi değil, sadece belirli koşulların var olmadığı
hiçbir koşul yoktur. Kitabın argümantasyon düzeninde bir ölçüde muğlak olsa da,
Deleuze ve Guattari aslında toplumsal arzu örgütlenmesi kanalıyla arzu
örgütlenmesine erişimimizin tamamen açık olduğunu belirtir. Organsız beden gibi
zor bir kavramı ilk kez ortaya koyduklarında, neredeyse doğrudan şöyle
diyeceklerdir "eğer organsız bedenin uyguladığı kuvvetler
hakkında bir fikir edinmek istiyorsak [...] öncelikle arzu üretimi
ve toplumsal üretim arasında bir paralellik tesis etmek durumundayız."(AO
10)
Asıl sorun, Fark ve Tekrar'da, arzu
örgütlenmesinin -yani, yoğun dinamizmlerin nitelikleri ve
miktarlarının- bir genetik diziyi, konu tesisini,
tanınabilir nesnelerdeki öznel arzu yatırımını ve esas olarak toplumsal
istikrarı tersine çeviren bir yanılsamayla birleşmiş olduğu zaten
tanımlanmıştı. Ve, Fark ve Tekrar'daki gibi, bu sadece bir yanlış
anlama meselesi değil, fakat bu oluşumun kendisinin bir özelliğidir.
Bu, Anti-Ödip'in Deleuze'ün işaret ettiği
gibi bilinçdışı için Saf Aklın Eleştirisi'nin anlamlarından biri
olduğudur. Gerekli olan bizzat toplumsal üretim hakkında -yine de kendisiyle
zorunlu olarak kaplanmamış olanın gelip çatması için zorunlu koşulları açığa
çıkaran- aşkın bir perspektiftir. Burada Kantçı eleştiri Marx'la buluşur. Kitabın
başlarında şöyle yazıyorlar " bir kez daha Marx'ın uyarılarından birini
hatırlamalıyız: sadece buğdayın tadına bakmak yetmez; ürün bize [...] gerçek
üretim sürecine onu bağlayan, sistem ve üretim ilişkileri hakkında hiçbir ipucu
vermez" (AO 24)
O halde, Anti-Ödip'de sanal ve olay hem
yoktur, ancak yoğunluğun genetik önceliği ve kendi gerçek yapılaşması olarak
kalır, ve hem de bu yapılaşmaya ait olan aşkın bir yanılsamadır.
Ayrıca geriye kalan aynı zamanda yarı-nedensellik
kavramıdır ve Anlamın Mantığı'nda bu, bir kez daha bir nedensel
zincir ve yüzey arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Sözkonusu nedensel
zincir, bağlayıcı sentezden, yani, kesişen arzu makinelerinin çoklu
dizilerinden başka bir şey değildir. Bu ilk sentez Deleuze ve Guattari'nin
kaydın ayırıcı sentezi dedikleri ikincisiyle ikiye katlanır, ve tam
da organsız bedenin özel yüzeyinin resme girdiği yer burasıdır.
Arzunun ortaya çıkışı yoğun süreçler arasında bağlantı
kurduğunda, o aynı zamanda organsız bedenin yüzeyine kaydedilmiş ya da
yazılmıştır. Tam da burada Anlamın Mantığı'nda gördüğümüz etkilerin
kaymasının bir benzerini buluruz. Yine de önemli bir fark, organsız
bedenin bizzat maddi olduğu -bu noktaya daha sonra döneceğim- gerçeğinde
yatmaktadır. Fakat Anlamın Mantığı'nda olduğu gibi, bir kez bu
süreç ve yüzey çiftine sahipsek, yarı-neden kavramı bir kez daha ortaya çıkar.
Aslında, Deleuze ve Guattari'nin sisteminde bir unsur
olarak yarı-nedenin ortaya koyduğu kodlanmış süreçler ve spesifik
yüzeyleriyle toplumsal üretime dikkatimizi çektiğini daha net olarak
söyleyebiliriz. Toplumsal süreçler Deleuze ve Guattari'nin 'kodlanmış akışlar'
dediği şeydir, yani nitelik ve miktarın (başka ne?) yoğun
dinamizmlere tabi olması. Benzer şekilde, bu toplumsal süreçler toplumsal formasyonun
bütün bedeni ya da daha sıklıkla socius dediğimiz şeyin yüzeyine
yazılı ya da kayıtlıdır.
Deleuze ve Guattari bize, socius'un, toplumsal bedeni
oluşturan örgütlü süreçlerin kaydedildiği ya da yazıldığı yoğunluk, toplumsalın
yoğun yüzeyi olduğunu söyler.
Şimdi, Craig'in daha önce bahsettiği gerçekleşmenin
önemine paralel olarak toplumdaki değişimler, bir gerçek diziden diğerine
geçişi değil, fakat yoğunluktan genişlemeye geçişi içerir. İlkel toplumlarda
akrabalık sistemlerinin nasıl bir davranış sergilediğini tartışırken şöyle
diyorlar; "en azından hısımlıktan birliğe (bir ittifak
oluşturmaya) giderken, ya da birinciden ikinciyi anlarken sorun oluşmuyor.
Sorun, yoğun faal bir düzenden, hem niteliksel ittifaklar hem de genişletilmiş
hısımlıkları kapsayan geniş bir sisteme geçişte."(AO 155)
Ve aslında akrabalık yapısındaki pozisyonlar burada
Deleuze'ün yapısalcılık üzerine denemesinde daha önce yaptığı gibi, sanal bir
karakter değil fakat daha çok bizzat toplumdaki yoğun bir yerleşim yeri olarak
sunulmuşlardır: "anne, baba, oğul, annenin erkek kardeşi, oğulun kız
kardeşi [...] gibi çeşitli pozisyonları tanımladığımızda, bunların kişi
olmadıkları çarpıcı bir biçimde açıktır. Onların isimleri kişilere değil fakat
daha çok öznenin kozmik yumurtaya geçişi/devri aracılığıyla [...] yoğun
varyasyonlara işaret eder.(A 188; cf 162)
Şimdi, bu toplumsal dinamizmlerin yüzey eylemleri,
Deleuze ve Guattari'nin yarı-neden olarak tanımladığı şeydir. işte anahtar bir
pasaj:
Eğer bütün beden üretici bağlantılardan geri çekilir
ve onları yoğun ve kapsayıcı bir ayrılmalar ağına kaydederse, o hala bizzat ağ
içindeki yanal bağlantıları yeniden canlandırmak ve tekrar bulmak
durumundadır, ve onları kendi nedeniymiş gibi kendine
bağlamak zorundadır. Bunlar bütün bedenin iki veçhesidir: yazıtın büyülü
yüzeyi, fantastik yasa, ya da apaçık nesnel hareket; fakat aynı zamanda sihirli
bir taşıyıcı ya da fetiş, yarı neden.(AO 154)
Söz konusu toplumsal formasyon ne olursa olsun aynı
yapı oyundadır: Kodlanmış üretici bağlantılar yani örgütlenmiş yoğun
dinamizmler, çok özel bir toplumsal hafıza oluşturan socius üzerine
kaydedilmiştir. Benzer şekilde, böyle yazılı yüzey toplumsal formasyonun
kendisi için bir taşıyıcı olarak fakat özel türden bir fetiş-taşıyıcı olarak
görünür. Deleuze ve Guattari bu noktayı tekrar tekrar vurgularlar, hatta
inceledikleri üç tür toplumsal formasyon arasındaki kaymaları izlerken bile.
Birinci durum, Devlet-öncesi toplumlar durumu, onlar buna yaban(savage)
formasyon derler, burada söz konusu yüzey bizzat Dünyadır/ yeryüzüdür:
Dünya büyük ve doğmamış, hasıl olmamış bir
dinginliktir, toprağın ortak temellükünü ve kullanımını şart koşan, üretimden
üstün bir unsur. Bütün üretim süreçlerinin üzerinde kayıtlı olduğu, emek ve
araçlarının üzerinde yazılı olduğu, ve taşıyıcılar ve ürünlerin dağıtıldığı bir
yüzey. O burada üretimin ve arzu nesnelerinin yarı nedeni olarak görünür.(AO
141)
Devletin ortaya çıkışıyla socius yer değiştirir:
toplum olarak bütün beden dünyada olmaktan
çıkar, despotun bedeni, despotun kendisi ya da onun tanrısı haline
gelir. onu eylemekten neredeyse aciz kılan reçeteler ve yasaklar onu organsız
bir beden yapar. o tek ve biricik yarı nedendir, apaçık olan nesnel hareketin
kaynağı ve çeşme başı ve nehir ağzı. (AO 194)
Nihayet, kapitalizm söz konusu olduğunda yazdıkları
Marx'ın analizini tekraralar, " Her şey yarı neden olarak sermaye
tarafından nesnel olarak üretilmiş gibi görünür." (AO 11)
Deleuze ve Guattari'nin bu pasajlarda yarı nedenle
ilgili konuşmalarının gelişigüzel tonunu görmemek zor. Bazen, onların bunu,
sanki yarı neden etkisinin üretimin hakikatini gizleyen bir perdenin yayılması
gibi, adeta ideolojik bir çekirdek olarak kavradıkları görülür.
Şimdi, toplumsal örgütlenmeyle ilgili nesnel bir
yanılsamanın var olduğunu biliyoruz, ancak onun muğlaklığı epistemolojik bir
kayıt olmaktan çok ontolojiktir, ve bu da toplumsal üretimin bir özelliği değil
daha çok toplumsal üretimin kendisidir, ve toplumsal üretimde rol oynayan yoğun
varyasyonların nitelikleri ve miktarlarının özel bir tarzıdır.
Bununla birlikte yine de geriye yarı nedenden
etkilenmiş olumlu ve üretici bir işlev kalır. Deleuze ve Guattari'nin terimi
ilk kez yardıma çağırdıklarında, söylecekleri şey şudur:
Toplum, üretim süreçlerini kaydetmekle kendi
çılgınlığını (delirium'unu) inşa eder; ancak bu bilinçli bir çılgınlık
değildir, daha çok yanlış bir hareketin gerçek bilinçliliği, görünen
nesnel hareketin gerçek algısı, yani yazılı yüzey üzerinde üretilen hareketin
gerçek algısıdır. (AO 10)
Son ifade özellikle çarpıcıdır. Yarı-nedenin yaptığı,
önceki toplumsal örgütlenmenin kaydedilmiş izlerini tezahür ettiren varlık
olmaktaki ısrarıdır. Bu şekilde Deleuze ve Guattari'nin ona verdiği toplumsal
hafıza unvanını kazanır. Geçmiş toplumun yoğun yüzeyindeki izler olarak şimdide
olmakta ısrar eder. Fark ve Tekrar'dan bir terimi, ancak sanal
olmayan ve yoğunluğa bağlı yeni bir anlamda kullanırsak toplum üzerindeki
kayıtların toplumsal örgütlenmenin sonraki eylemlerini sorunsallaştırdığını
söyleyebiliriz. Bu sorunsallaştırma basitçe, yazıt sıfatıyla geçmişin
mevcudiyet kipinin gerçek olması nedeniyledir, bu şekilde yüzeyin yarı-nedeni
etkisiz olmaktan çok bir neden olur. Yüzey 'üzerindeki' kayıtlar daha fazla
doğrudan etkisi olmayan sonuçlardır. Onların önemleri yalnızca ısrar
ettikleri gerçeğinde yatar -ve biz bu noktada sorunun çekirdeğine ulaşırız. Bu
kayıtların toplumsal örgütlenmede oynadıkları rol, örgütlenmenin şimdiki
zamanında olmaları gerçeğiyle ilgilidir, ancak aynı zamanda bu örgütlenmeye
tabi süreçler topluluğuna indirgenemezler. Bu yüzey, toplumsal düzene,
tertibat-öncesi (pre-dispositional) kodlama düzenini değerlendirmeye tabi
olması gereken tamamen farklı bir nesne verir.
Özetle, toplumsal örgütlenmedeki yarı-neden etkisi,
-bizzat arzu-üretiminde olduğu gibi- kesinlikle bağlayıcı sentez rejimi içinde
ve nitelik ve miktar döngüsünün kapanışında bir boşluktur.
Aslında Anti-Ödip'te geliştirilen yüzey yazısı teorisi
bana, Anlamın Mantığı'nda üzerinde durulan asimetrik nedensel durum
ve yüzeyin hesaba katılma vaadini karşılar gibi görünmektedir. Gerçekten de, bu
bize, neden uğrağı, etki, ve sanalı hatırlatmadan yoğun ve nitelikli bir
genişlemeye bağlanan yarı-neden üçlüsünü tekrarlayan ve tamamen
gerçekçi olan Deleuze'cü bir metafizik sunar.
İki
Sonuç
Özetle, Anlamın Matığı'nda ve Stoacıların
etkisi altında, Deleuze'ün olaylar arasındaki bağdaşırlık ve bağdaşmazlıkların
doğasını anlamak için yarı-neden kavramını ortaya koyduğunu
söyleyebiliriz, Fark ve Tekrar'ın matematiksel çerçevesinin ortaya
koymadığı bir sorun. Bu yarı-nedensellik vurgusu yalnızca metafizik
yüzeydeki olaylar arasında ilişkilerle ilgili olarak kesinlikle 'yatay' dır ve
bu yüzden ne 'gerçekleşme' ile ne de 'gerçekleşmeye-karşı olmak'la
karıştırılmamalıdır. Bu, sırasıyla, bedenlerin dinamik düzeniyle ve onların
yoğun fiziksel yüzeyleriyle hiçbir ilişki taşımadığı anlamına gelir. Anti-Ödip'de
yarı-nedensellik 'dikey' hale gelir ve yoğun toplumsal kayıtların toplumsal
bağlantı süreçlerinin süregiden örgütlenmeleri
üzerinde (se rabattre sur) yarattığı etkiye göre
kipliğini ifade eder.
Daha da özetle, Anlamın Mantığı'nda,
yarı-nedensellik sanalın bir özelliğidir; Anti-Ödip'te ise
yoğunluğun bir özelliğidir.
Tüm bunların ışığında, iki sonuca
vararak bitirmek istiyorum.
Bunlardan ilki Slavoj Zizek’in Bedensiz
Organlar’da, yapısal nedenselliğin bir türü olarak,
Lacan'ın küçük nesne a (object petit a) kavramının varisi olarak
resemettiği -ki haklıdır- yarı- nedensellik kavramının belirgin varlığıdır.
Onun bu ilginç iddiayı açıklaması, yine de "Deleuze'ün kilit
kavramı 'yarı-neden' için Anti-Ödip'de yer
bulunmadığını" (OwB 92) iddia etmesi için ona yol gösterir. Açıkçası,
Zizek bu kitabı, 'üretici olma ile somutlaştırmış olma' arasındaki karşıtlığı
ve Guattari'nin art niyetli etkisini tekrarlamak için okumamıştır. Bu konuda
gülünç olan şey -Zizek'in övdüğü- Anlamın Mantığı'ki yarı-neden
hesabının aslında onun anlattığı gibi olmadığını, ve -okumadan lanet
ettiği- Anti-Ödip'deki hesabın, tam da onun Anlamın Mantığı'na
atfettiği fetişin taşıyıcısıyla yarı-nedenin özdeşliği görüşünü içerdiği kadar
sunduğudur. (AO 154) Bu belki de Zizek'in paradoksu' adına layık,
kendini-yanlışlama aracılığıyla geriye dönük kanıtlama paradoksudur.
İkinci nokta, tartıştığım üç çalışmayı da kesen aşkın
akıl yürütmenin statüsü ile ilgilidir. Deleuze'ün Fark ve Tekrar'daki
sanal kavramı açıklamasıdır, bu elbette Kantcı düşünce çerçevesinde açımlanır,
ancak aşkın felsefeye yalnızca rastlantısal bir biçimde gönderme yapar. Bu
referans -Dale'in bugün gösterdiği gibi- sadece yoğunluğun doğası söz konusu
olduğunda apaçıktır. Anlamın Mantığı'nda benzer olarak, Stoacıların
Deleuze'ü tanıştırdığı düşüncedeki yüzey yönlendirmesinin, -Sokrat-öncesi
yönelimin Platoncu "derinliğin ideal optik yanılsamayı tamamlayan bir
sindirme yanılsaması olduğu" türden-, yanılsamayla ikili bir mücadele
içerdiğini söyleyebiliriz.(LS 130) Nihayet Anti-Ödip'de, topumsal
formasyonların nesnel üretimi, Eugene Holland'ın kullanışlı bir biçimde tüm
toplumsal üretime eşlik eden "nesnel bir hata" dediği şeyi oluşturan
arzunun yoğun dinamzimini zorunlu olarak gizler.
Dolayısıyla benim açımdan basitçe şunu söylemek
isterim: Deleuze'ün aşkın felsefe geleneğine bağlılığının bitmek bilmez
çekirdeği sanal kategorisi değil, fakat bunu ortaya çıkaran kaçınılmaz ve yoğun
aşkın yanılsamadır (transcendental illusion).
çev.hç.
kaynak: https://www.academia.edu/18910163/Quasi-causality_intensity_and_the_virtual
Notlar
----------------------------
· Ya da ikinci, önemini değerlendirmek zor
olsa da, muhtemelen Emprisizm ve Öznellik ile ellilerin Bergson
makaleleri arasında bulanabilir eski bir kırılma.
· Leibniz'in bozuk-ifadesi ve onun, mektubunda Charles
Pêguy tarafından aktarılışına referansı içeren Anlamın Mantığı'daki
bu pasajın Fark ve Tekrar'daki tekrarlarında, iki pozisyonun
özdeşliğine dikkat çeken, olayın kısa bir tartışmasını (DR 188-9) anabiliriz.
· Bennett, Cicero yazısı, 29. aynı zamanda bkz. Bennett,
“Deleuze’s concept of ‘Quasi-Causality’ and its Grek Sources” (yayımlanmamış
paper, 24 pp)
· Bowden, Priority of Events, 36
· Bennett, Cicero Paper, 54n2
· Bennett, Grek Sources paper,6
· Bennett, Cicero Paper, 50 (citing Cicero citing
Chrysippus)