Ksenia Kapelchuk
Teaching Assistant, ITMO University,
49 Kronverksky Pr., St Petersburg, Russia 197101
E-mail: ksenya_ka@list.ru
Translated from the Russian by Maria
Afanasyeva
Özet
Makale, Gilles Deleuze felsefesinde diyalektik
eleştirisini ve Slavoj Zizek tarafından bu eleştiriye verilen yanıtı
incelemektedir. Kural olarak, Deleuze’ün felsefesi diyalektik ve Hegel karşıtı
olarak kabul edilir. Bu yorum yerine Zizek, Deleuze'ün bizzat diyalektikçi ve
Hegelci göründüğü alternatif bir okuma önermiştir. Makale şu soruyu cevaplamaya
çalışıyor: Deleuze’ün felsefi projesini diyalektik bir proje olarak nasıl
düşünebiliriz? Yazar, Deleuze’ün eserlerinde açıkça yer alan diyalektiklerin
farklı anlamlarını ortaya koymaktadır ve aynı zamanda Zizek tarafından
tanımlandığı gibi Deleuze’ün argümanları ile Hegel’in felsefesi arasındaki
örtük benzerliklerin bir analizini yapmaktadır. Bu nedenle, yazar, Hegel ve
Deleuze tarafından paylaşılan, Deleuze ve Hegel’in projeleri arasında ve
Zizek'in yorumları arasında ayrım yapan kavramların (sanal, şans, tekrar)
karşılaştırmalı bir analizini sunar.
Deleuze için
Son yıllarda, kıta felsefesi Hegel'in diyalektiğinin
canlanması olarak tanımlanabilecek bir süreçten geçmiştir.1 Sloven
filozof Slavoj Zizek bu süreçte önemli bir rol oynamıştır ve diyalektiğin
modern felsefedeki varlığının doğasını formüle eden ve en açık şekilde ortaya
koyan kişi odur. Bu varlığın sorunsal niteliği, öncelikle,
diyalektik düşüncenin tarihinde yazılı olan kopuştan kaynaklanmaktadır:
yaşadığı gerileme ve ona karşı öne sürülen eleştiri.
Schopenhauer, Kierkegaard ve Marx'ın eserlerinde aşağı
yukarı eş zamanlı olarak gerçekleşen geleneksel metafiziklerle Hegel sonrası
kırılmadan sonra hala Hegelci olunabilir mi? […] bu kırılma Hegelci dorukta
somutlaşan idealizm ile bir kopuş olarak kendini gösterse de, Hegel'in
düşüncesinin önemli bir boyutunu görmezden gelir; yani, sonuçta sanki Hegel
gerçekleşmemiş gibi düşünmeye devam etmek için umutsuz bir girişimdir. Hegel’in
bu yokluğuyla kalan boşluk, elbette, daha sonra "mutlak bilgi
sahibi", "mutlak idealist" gibi Hegel’in komik karikatürleri ile
doldurulur. Hegel'in spekülatif düşüncesinin yeniden ortaya konması göründüğü gibi
-post-Hegelci kopuşun reddi- değil, fakat daha çok bizzat post-Hegelci kopuşu
sürdürmeyi reddeden bir boyut olmuştur. (Žižek 2012: 124)
Bu nedenle düşüncede, post-Hegelci metafiziklerin
Hegel düşüncesinin özgün mesajıyla herhangi bir ilgisi yoktur -Hegel
eleştirileri her seferinde bu işareti gözden kaçırıyor. Zizek'ten önce ve
kendisine benzer bir yönde ilerleyen görev iki yönlü görünüyor: Post-Hegelci
metafizikte Hegel felsefesinin gözden kaçırılan -ve bizzat diyalektik karşıtı
olarak ilan edilen- boyutunu aydınlatmak ve birçok post-Hegelci
"diyalektik-karşıtı" teorik entrikanın kavramlarının halâ Hegel’in
diyalektik aracılığıyla tanımladığı sorunlara bağlı olduğunu göstermek. Zizek'e
gelince, pozisyonunu şu şekilde formüle ediyor: “Bana ne yapmak istediğimi silah
zoruyla sorarsanız, aslında Hegel’i makulleştirmek istiyorum. […] Hegel’den
sonra gelen her şey bir yanlış anlama oldu ”(Žižek 2007:8)
Modern felsefe içinde diyalektikleri rehabilite etmek
isteyenler için, görünürdeki görev, çalışmaları Hegel'in diyalektiği, çelişki
ve olumsuzlama felsefesinin yerini fark felsefesiyle değiştirmeyi gerektiren
20.yy'ın ikonik figürü Gilles Deleuze'ün felsefesini eleştirmek olmuştur. Alain
Badio bu eleştirel meydan okumaya Deleuze kitabıyla kendi tarzında yaklaşır;
"The Clamour of Being". Zizek de bunu yapar: Deleuze’ün
Hegel hakkındaki yaklaşımları hakkında ayrıntılı bir yorumda bulunan
çalışmalarından birini -Organs Without Bodies: Deleuze and
Consequences (2004a)- Deleuze'e adar (Zižek 2012). Bununla
birlikte, Badiou -Deleuze'ün yöntemini “anti-diyalektik” olarak
nitelendirirken, Deleuze'ün kavramlarının felsefi öncülleri ile kendi
düşüncelerinin teorik arka planı arasındaki farkı netleştirmeye çalışır
(böylece Deleuze'le zımni uyuşmazlığına2 yer açar); - Zizek
ise, Deleuzcüler arasındaki haklı öfkeyi kışkırtan yaklaşımı ile birlikte,
Deleuze’ün planlarını özümsemeye çalışır 3 (Sinnerbrink
2006; Smith 2004):
Deleuze’ün kendisine karşı kendi silahını kullanmaya
ve onu etkileyici bir örneklemenin yanı sıra, bir kripto-Hegelci olarak
resmetmeye çalışıyor. […] Şimdi Deleuze, diyalektik materyalist hayaletin karşı
çıktığı Bogdanov’un takipçilerinden biri haline geldi, sonra olumsuzluk
mantığını yanlış yorumladı ya da sadece Hegel’i okuma konusundaki
yetersizliğini gösterdi. Öyle ya da böyle, farkında olmasa da, Hegel'in en
yakın akrabasıdır. Başka bir deyişle, Deleuze standart bir nevrotik örnektir:
nevrotik, bir insanın “farklı ebeveynlerin” bir çocuğu olduğunu iddia eder -
bazen daha asil olanlar, diğer zamanlarda değildir. Deleuze, “eve” dönmek
zorunda kalıyor: kimsenin onu beklemediği Alman ailesine. Ebeveynler, yavruları
yoluyla, yavruların kendisinden bile daha fazla şaşırmıştı (Kralechkin 2006).
Ancak Deleuze’ün diyalektiklere yönelik tutumunu
sorgulamak, mutlaka “ebeveynleri hakkında ya da hatta özellikle Hegel hakkında
zorunlulukla şaşırmış mı demek oluyor? Diyalektiğin kendisi kapsamlı bir “aile
benzeri” kavram değil midir? Diyalektik: Bir ya da Çok?
Diyalektik: Bir ya da Çok?
Deleuze'ün Fark ve Tekrar'da formüle
ettiği ünlü tez: "fark ve tekrar, özdeş ve olumsuzlama, özdeşlik ve
çelişkinin, yerini almıştır"” (Deleuze 1998: 9). Bu tezin,
olumsuzlama mekanizmasının olumsuzlamasını devre dışı bırakarak diyalektiği
etkisiz hale getirme girişimi ile ortak bir yanı var mı? Olumsuzlama,
Özdeşlik, Kavram, Çelişki, ve Dolayım'a karşı; yani Hegel felsefesinin tüm
simgelerine karşı kavga etmek için, Friedrich Nietzsche, Søren Kierkegaard,
Friedrich Schelling, Henri Bergson ve diğerleri dahil olmak üzere “diyalektik
karşıtı” filozofların tüm geleneğini toplayarak, böyle bir yorumu kışkırtan
Deleuze'ün kendisidir. Burada, diyalektiğin bir nihilizm biçimi olarak
eleştirilmesine izin verilen Nietzsche ve Felsefe (belki de
eserlerinin en Hegel karşıtı) kitabında daha önce ifade edilen tezleri büyük
ölçüde tekrarlar. Bu çalışmada Diyalektik, intikamcı kölenin bakış açısından
başka bir şey olarak sunulmamıştır:
Hınç insanı bir ego-olmayanı kavramayı ve daha sonra
nihayet kendini Benlik olarak konumlamak için bu ego-olmayana bizzat karşı çıkmayı
gereksinir. Bu kölenin garip tasavvurudur: bir onaylama görünümü üretmek için
iki olumsuzlamaya ihtiyacı var. Köle kıyaslamasının felsefede bu denli başarılı
olduğu şekli zaten duyuyoruz: diyalektik. Hınç ideolojisi olarak diyalektik
(Deleuze 2006: 113).
Deleuze'ün diyalektik ve baskın olarak
Hegelci türden bir diyalektiğe ilişkin hükmü; diyalektiğin karşıtlar,
çelişkilerin gelişimi ve çözümü hakkında konuşmak zorunda olmasıdır, çünkü “[o]
güçleri ve onların niteliklerini ve ilişkilerini oluşturan gerçek
unsurunun farkında değildir" (Ibid.: 148–149)
Sonuç olarak, Hegel ve diyalektiklerin modern
rehabilitasyonu, çoğunlukla Deleuze’ü, bir dürüstlük filozofu ve vitalist
olarak okuduğum prizma ile algılanan felsefesine karşı çıkıyor. Bu, diyalektiklerin
Deleuze’ün fark ve tekrar ikilisini kullandığı anlamına mı geliyor? Şimdiye dek
diyalektiğin çöküşüyle gerçekten karşı karşıya mıydık? Ve eğer gerçekten bir
rekabete tanık olsaydık, galibi taçlandırmanın kriterleri ne olurdu?
Deleuze'ün anti-diyalektik doğasından bahsetmek için,
diyalektiğin nasıl yorumlandığını belirtmek gerekir. Hegel'in diyalektik
anlayışı, belli bir ilerleme fikrini öngörür: farklı türden diyalektikler
vardır ve bunlar, olası herhangi bir felsefi girişimde kilit rol oynayan Hegel'in
kendi yöntemine yükseliş olarak düzenlenir:
Bu mantık sisteminde takip ettiğim yöntemin ya da daha
doğrusu bu sistemin kendi içinde takip ettiği yöntemin daha fazla mükemmellik,
daha fazla ayrıntılandırma yeteneğine sahip olamayacağını nasıl iddia
edebilirim? Ancak bunun tek ve tek gerçek yöntem olduğunu biliyorum. Bu, bu
yöntemin konusundan ve içeriğinden farklı bir şey olmadığı gerçeğiyle açıktır -
çünkü konuyu ileriye taşıyan kendi içinde sahip olduğu diyalektik, kendi içinde
içeriktir. Bu yöntemin ilerlemesini takip etmeyen ve basit ritmine uymayan
bilimsel olarak geçerli hiçbir açıklamanın kabul edilemeyeceği açıktır, çünkü
bu bizzat gerçeğin rotasıdır, yönüdür. (Hegel 2010: 33)
Bununla birlikte, diyalektik böyle bir ölçeğe hemen
ulaşamaz. Hegel'in bahsettiği, ona göre “gerçeğin rotası”nı sunmak için
yetersizliği kanıtlayan iki diyalektik örneğe işaret edebilir: bunlar Platon'un
eski diyalektiği ve Kant'cı diyalektiktir. Hegel'e göre, her ikisi de, iki
yargı arasındaki farkı ortaya koyar ve bir çelişki ilişkisi kurar, ancak
birinin diğerine içkin geçişini sağlamaz ve dışsal bir düşünüm içinde kalır.
Bununla birlikte, Kant “düşünümsel parlaklığın nesnelliği ve düşünce
belirlemelerinin niteliğine ait olan çelişkilerin gerekliliğini” - bu çelişkiyi
ortadan kaldırmadan, ancak en azından diyalektiği “raslantının görünüşü” den
arındırarak (Ibid .: 34) - ortaya koyarken, Platoncu diyalektik,
sınırlı iddiaları çürüten dış ve olumsuz bir faaliyet olarak “yalnızca olumsuz
bir sonuçla gelir” (aynı eser: 34-35). Aynı zamanda, Hegel zaman zaman Parmenides,
Heraclitus ve Aristoteles gibi eski düşünürlerin diyalektik hareketlerini
Kantçı diyalektiğin üzerine yerleştirir (aynı eser: 164–165). Ancak, bu
bireysel hamlelerin sistematik olduğu söylenemez. Böylece, Hegel, Elea’cı,
Platon’cu, Aristoteles’ci ve Kant’çı diyalektikleri, nihai hakikatlerini
buldukları tek bir diyalektiğin bitmemiş biçimleri olarak sunar.
Deleuze'e gelince, bence diyalektik yöntemin en az üç
yorumunu sunuyor ve her birinin içindeki konumu, Badiou'nun sunduğu kadar basit
değil. Badiou, Deleuze’ün yöntemini diyalektiklerin olumsuzlanması olarak
(Badiou 2006: 31) ve diyalektiği de “olumsuzu içselleştirdiğini iddia eden bir
dolayım yöntemi” olarak tanımlar (Ibid.: 32). Deleuze’ün çalışmalarında
Hegel’de olduğu gibi tek bir diyalektikle değil, yazarın tutumunun çok farklı
olduğu diyalektiklerle uğraşmamız gerektiği fikrinden hareket ediyorum.
Öyleyse diyalektiğin bu üç yorumu nedir? Nietzsche
ve Felsefe’de sunulan ilk yorum en radikal ve eleştirel olanı. Zaten
burada, Deleuze birkaç diyalektik “avatar”ı ayırt ediyor. Bunlar her şeyden
önce Sokrates ve Hegel'dir. “Diyalektik […] trajedinin ölümü, trajik vizyonun
teorik bir anlayışla (Sokrates ile) ya da Hıristiyan bir anlayışıyla (Hegel
ile) yer değiştirmesidir” (Deleuze 2006: 18). Bu arada, Platon'dan daha az
sıklıkta ve diyalektiklerle doğrudan bir bağlantısı olmadan söz edilir:
Deleuze'ün daha sonra söz edeceği gibi Platon eleştirisine ayırdıklarından
tamamen farklı unsurlara odaklanan bir diyalektik dediği Sokrates'tir. Deleuze,
Nietzsche’nin “Platon'u Sokrates olmadan karakterize etmek için yürüdüğünü”
(Ibid .: 210) fark eder ki Platon pratikte Sokratik diyalektik eleştirisinin
ötesinde hayata yönelik teorik bir yaklaşım olarak yer almaktadır.
Nietzsche’nin nihilizmle ilişkili hareketinin mantığını tekrarlayan Deleuze,
diyalektiği diyalektiklerin eleştirisi yoluyla eleştirir - Deleuze’e göre,
diyalektiğin kendisi tarafından göz ardı edilen soruyu sorar: “Kim?” sorusunu
(aynı eser: 160).
Socrates ve Platon'a ek olarak, Deleuze burada
diyalektik yöntemin kaynağında olduğu düşünülen başka bir klasik yazardan söz
eder: Heraclitus. Fakat aslına bakılırsa, kendini Hegel'in karşı kampında
bulur. Hegel’in diyalektiğine gelince, Kant’ın eleştirisinin yanlış bir
gelişimi olarak tanımlanır, oysa Deleuze’e göre Kant eleştirisinin gerçek
sonuçları Nietzsche tarafından ortaya konur. Hegel'in olumsuz ile ilgili teması
Stirner ve Marx tarafından iyileştirildi. Böylece, bu
aşamada, Deleuze ve Hegel'in sadece diyalektik konusundaki
karşıtlıkları değil, aynı zamanda diyalektiğin soybilimiyle ilgili açıklamaları
arasındaki farklılığı da belirtmek mümkündür.
Daha sonra, “Platonculuğu çökertmek” (1966)5,
adlı makalesinde Deleuze, “Sokrates olmadan Platon'u karakterize etmeye
çalışmak” için eylem çağrısının diğer yönünün çalışmasına geçecektir (aynı
eser: 210). Bu kez metin Sokrates'in diyalektiğin kaynağı olarak hayata dair
teorik tutumuna değil, Platon’un diyalektik bir yöntem olarak kullanılmasına
adanacaktır. Daha önce çalışılan ve Deleuze tarafından aynı zamanda uygulanan
yöntem eleştiri idiyise, “Platonculuğu Çökertmek” de o bunun “tersine”
başvuruyordu. "Platonculuğu çökertmek" (Deleuze 1983b: 52)
Nietzsche'nin projelerinden biridir ve bunun anlamını açığa çıkarmak Deleuze'ün
söyleminin amacıdır. Deleuze'e göre, Nietzsche'nin çökertmesi Platonculuğun
gerçek güdüsü ile ilgilidir: seçme arzusu ve bölme yöntemi, yani, diyalektik.
Başka bir deyişle, burada Deleuze'ün hamlesi artık düşüncelerini (ve
Nietzsche'nin düşüncesini) eskiden olduğu gibi diyalektikten ayırmak değil,
diyalektiği (Hegelci anlamda) diyalektik olmayan bir şekilde özellikle bir
türde - Platoncu anlamda – incelemektir.
Platonculuk felsefenin Odyssey' idir. Platoncu
diyalektik, ne çelişkinin ne aykırılığın diyalektiği değil, fakat çekişenlerin
(amphisbetesis) - hasımların ya da davacıların bir diyalektiğidir. […] içsel
olarak, diyalektiğin gücüne mit ile katılmak[…] bölünmenin özelliğidir. […] bu
bir davacıları seçme, iyiyi yanlış kopyaklardan ya da dahası, her zaman iyi
bilinen kopyaları, simülakradan ayırt etme meselesidir, ki hep benzemezlik
yoluyla lekelenmiştir (Ibid.: 46, 48).
Burada diyalektik anlayışında kesin bir kayma olduğu
açıktır: Şimdi sadece Hegel'in karşıtlarını değil aynı zamanda Platon’un
seçmesini/bölmesini de içeriyor. Üstelik onun, Nietzsche ve Felsefe’sine
geri dönersek, orada seçme kavramının da önemli bir rol oynadığı göze çarpıyor:
Deleuze felsefesinin temel terimlerinden biri olan, varlığın şeklini ebedi
dönüş olarak açıklarken burada seçme yöntemi Platonculuğa atfedilmiştir. Esas
olarak, Platonculuğun tersine çevrilmesi, tamamen, simulakrayı/sahteyi ve
maksimum derinlikte deli-haline gelişi/çılgınlığı korumak için ahlaki
gereksinim seçimini hafifletmekten ibarettir. Bu mekânların kurtarılması ve
onları Deleuze'e göre Nietzsche’nin Platonizm’in tersine çevrilmesiyle
gerçekleşen şeylerin yüzeyine getirmek. Deleuze'e göre, Nietzsche'nin
Platonculuğu tersine çevirmesinde gerçekleşen, bu alanların serbestleşmesi ve
şeylerin yüzeyine çıkarılmasıdır.
Anti-Platonculuk ve Deleuze'nin anti-diyalektik
yaklaşımı bu bağlamda bulanık görünüyor. Bir yandan, Platon'un eserlerinin
seçimi ve yorumlamasında, imgenin kopyaya tabi kılınması, simulakranın ortadan
kaldırılması, ve ardından -Aristo ve Hegel üzerinden- temsil sisteminin tamamlanmasına
yol açan "Özdeş" kuralını uyguladığı için kusurlu bir süreç olarak
kabul edilir. Öte yandan, Platon ve diyalektiği aracılığıyla Aristo'ya itiraz
etmeyi başarır: Platonculuğu çökertmek için bu doğrultuda ilk işareti Platon mu
verdi? [bu kaçınılmaz mıydı?] (Ibid.: 47). Sonuç olarak, Deleuze'ün
tam da Platon'un seçimini betimleme tarzındaki "[yöntem] diyelektiğin
bütün gücüne sahiptir"(Ibid.: 45) - sadece ayırdına varılan eleştirel bir
not değil fakat aynı zamanda bir hayranlık tınısı.
Sonuç olarak diyalektiğin üç versiyonu da Fark
ve Tekrar'da bulunur. Deleuze, burada bir kez daha diyalektik için daha
kapsamlı ve yeni bir teori kurarak Platon, Nietzsche ve Hegel ile olan
ilişkisini netleştiriyor. Platon hakkındaki metninde belirtilen doğrultuda
düşüncesini geliştirmeye devam ediyor - yani Platon’u ve Hegel’in diyalektiğini
bölen çizgi, sonuçta onun bir adım daha atmasına izin veriyor. Nietzsche
ve Felsefe ile işaretlenmiş olan dönemde, Deleuze sadece diyalektik
yöntemi nihilist kaynağına işaret ederek eleştiriyordu. Daha sonra, “Platonculuğun
çürütülmesi"nde, diyalektiği iki yönlü olarak yorumluyor:
burada, Hegel'in olumsuzlama ve Plato'nun bölünme ve seçme diyalektiklerinin
ikincisi simulacrum ve oluş biçimine açılır. Son olarak Fark ve Tekrar'da
kendi diyalektik teorisini geliştirir: "sorunlar ve sorular
diyalektiği". İkincisi, ilk iki durumda olduğu gibi, olumsuzluk
diyalektiğinin bir eleştirisidir, ancak şimdi ona karşı sadece seçim
diyalektiğini koymaz, aynı zamanda gerekli bir unsur olarak “varlık(olmayan)ı
[(non) being] da kapsar. Böylece, her şeyden önce Deleuze diyalektikçi adını
alır, ve ikinci olarak sorunsal varlık olarak varlık(olmayan)ı yorumlar,
Hegel’in diyalektiğinin özünde neyi eleştirdiğini yeniden tanımlar (yani bir
anlamda ustalaşır) : olumsuzluk.
Hegelci diyalektik, düşünümün açılımıyla -dışsal
düşünüm aracılığıyla ve düşünümü belirlemeye yönelik düşünüm varsayımından-
büyüyen, düşünümsel bir öz-dolayım (self-mediation) kavramının hareketi
aracılığıyla gerçekleşir. Hegel'in Platon ve Kant'ın diyalektiklerini suçlaması
bu düşünümün bir sona ulaşmaması yüzündendir. Deleuze düşünümün bu kesikli
hareketini ideanın diyalektiğinde olumlu bir uğrak olarak görür. İdea kavramdan
farklı olarak türlerin özellikleri ve cinslerin ortaklığına göre organize olan
farklılık ve özdeşlik dağılım sisteminde henüz içerili değildir 6;
ve Deleuze tarafından sorunsal olarak yorumlanmıştır. Deleuze, geleneksel
metafizik hareketi ve varsayımdan zorunluya olan hareketi (buraya ayrıca
Hegelci üç düşünüm türü dizisini de dahil edebiliriz) farklı bir hareketle
karşılaştırır: sorunsaldan (le problématique) soruya olan hareketle. İdea bir
sorunu temsil eder; Deleuze’ün ontolojisinin temel ilkesine erişim sağlar:
sanal öğenin yerini kaydırma. Deleuze, bu anlamda, “Hegel ile doruğa ulaşan
diyalektiğin çarpıtılmasının uzun tarihi”nden söz ediyor:
[bu] olumsuzun çalışması yerine fark ve farklı
oyununun ikame edilmesinden ibarettir. Diyalektik örnek, artık olumsuzun
varlığı olan bir varlık-olmayan tarafından tanımlanmak yerine, sorunların ve
soruların varlığı olan varlık(olmayan) tarafından tanımlanmaktadır (Deleuze
1994: 268).
Hatta burada -Deleuze'ün Nietzsche ve Felsefe eserinde
kesin olarak kabul etmediği- Marx bile kendini fark felsefesinin yanında bulur
(agy .: 207).
Deleuze'ye göre, ortak tezin aksine, ifade (“varlık
dır") ve olumsuzlama ("varlık değildir") arasında değil,
ayrım birincinin lehine fakat varlık-olmayanın iki yorumu:
olumsuzlama-red oὐχὄν ve sorunsal μὴ ὄν arasına çekilmiştir. Birincisi Deleuze tarafından tıpkı
temsil ve bir yanılsama yaratma çerçevesinde bedene dönüşen bir gölge gibi
sadece farklılaştırma savunusunun etkisi olarak yorumlanmıştır, oysa, savunu
olumsuzlamanın etkisidir.7 Böylece Deleuze, diyalektiklerin
çifte tersine çevrilmesine işaret eder: ilki Platon’la ilişki içinde
Hegel’inkidir ve sonra da Hegel’le ilişki içinde kendisininki. Ve ilk ters
çevirme Deleuze'ün terimleriyle anlaşılan idenin uygulandığı kavramın temsili
sisteminin tamamlanması olarak ortaya çıkıyorsa, ikincisi "nesnel olarak
yanlış" bir hareketin teşhisi ile ilgilidir.
Ek olarak, Anlamın Mantığı'nda 1990 [1969]
Deleuze'ün, diyalektik terimini olumlu bir şekilde kullandığını ancak böyle bir
jest için ayrıntılı bir açıklama yapmadan kullandığını belirtmekte fayda
vardır. Stoacı anlamda anlaşılırsa diyalektik olduğu ortaya çıkan bizzat olayın
kendisidir. Deleuze Stoacıların diyelektiğini Platon'un diyalektiğinden
farklılaştırmak ve derinlik sanatı olarak Sokratik ironiyi yüzey sanatı olarak
Stoacı mizahla karşılaştırmak ister: “Sofistler ve Kinikler, zaten mizahı
Sokratik ironiye karşı felsefi bir silah haline getirmişti; fakat Stoacılarla
birlikte mizah kendi diyalektiğini, kendi diyalektik ilkesini ya da doğal
yerini ve saf felsefi kavramını buldu ”(Deleuze 1990:9). Stoacıların
çalışmalarına Deleuze işleyişi diyalektik olarak adlandırılabilecek ve diyalektik
düşüncenin özünü belirleyen bir anlamla bakar:
Belki de Stoacılar paradoksu tamamen yeni bir biçimde
kullanıyorlardı - hem dilin analizinde bir araç olarak hem de olayları
sentezleme aracı olarak-. Diyalektik, önermelerde ifade edildikleri
gibi tam da bu bedensiz olayların ve ifadeler arasındaki ilişkilerde ifade
edildiği gibi olaylar arasındaki bağlantıların bilimidir. Diyalektik, aslında,
birleştirme sanatıdır (bakınız confatalia ya da birini diğerine bağlayan
olaylar dizisi). (Aynı eser: 8)
Deleuze’ün 1960’ların sonlarındaki, Fark ve
Tekrar (1994) ve Anlamın Mantığı çalışmaları,
diyalektikle en yakın yakınlaşma noktasına işaret eder. Gelecek dönem -
Deleuze’ün Félix Guattari ile ortak çalışması - öncelikle Hegel türünden
diyalektik eleştirisine dönüşle ilişkili. Anti-Ödip'de8 parçaları
ve bütünü, birinciyi ikinciye tabi kılacak şekilde, tümleyici bir hareket
içinde sıralayan tedrici gelişmenin bir kavramı olarak eleştirilmiştir (ki bu,
yazarların bakış açısından, tipik olarak işleyişsel ve dirimsel bir hatayı
temsil eder) (Deleuze and Guattari 1987: 43). Bin Yayla'da diyalektik-olmayan
çokluğun ve diyalektikleştirilmiş Bir ve çoklu çiftinin karşıtlığı ifade
alanındaki dil analizi ile ilgili bir motifle birleştirilir: Stoacı ifade
teorisi, uzlaşımsal olarak Marksist bir doğanın ifade ve içeriği diyalektik
olarak birbiriyle karıştırmasıyla tezattır (Ibid.: 44). Her iki
durumda da, diyalektik, bir şekilde ana planların periferisine yerleştirilir ve
ayrıcalıklı bir eleştiri nesnesi olarak eylemez. Bu, Deleuze'ün antik
diyelaktiklerin temellerini bir kez daha gözden geçirdiği Felsefe
Nedir? (1994) çalışmasında çok daha fazla ilgi görür. Bununla
birlikte, çoğunlukla söylenenleri tekrarlar: Platon'un diyalektiği seçimle
temsil edilirken, Aristoteles’in felsefesi diyalektikleri Stoacılar için olduğu
gibi olaylara değil, felsefeyi “bitmez tükenmez tartışma”ya dönüştüren
görüşlere bağlar” (Deleuze ve Guattari 1994: 79) vb.
Deleuze son kez Sinema çalışmalarında diyalektiğe
atıfta bulunur: Burada diyalektik artık olumsuz çağrışımlar taşımaz - o felsefi
bir pratik olarak değil fakat yerine "imgeler ve montajları" olarak
düşünülür (Deleuze 1997: 180). Hareket temasına dalmış sinematik diyalektik,
klasik diyalektiğin kaçınılmaz olarak düştüğü, Deleuze'e göre, bu hareketi
yeniden üretmeye boşuna çalıştığı tuzaklardan kaçınır.
İkincisi, bir hareket içinde gerçekleşen aşkın formlar
düzeniyken, Birincisi, harekete içkin tekil noktaların karşılaşması ve
üretimidir. Şimdi bu tekilliklerin üretimi (nitel sıçrama) bayağılıkların
(nicel süreç) birikimi ile elde edilir, böylece tekil her-hangi bir şeyden
alınır ve bizzat basitçe sıradan olmayan, düzenli olmayan her-hangi bir şeydir
(Deleuze 1997: 6).
Sovyet montaj okulunun bir yöntemi olarak diyalektik,
Deleuze'ün diyalektiklerin çokluğunu -Sergei Eisenstein ve Dziga Vertov,
Vsevolod Pudovkin ve Alexander Dovzhenko'nun diyalektikleri- bir kez daha
göstermesine izin veren tek bir teoriye indirgenmez.
Bu nedenle, Hegel'in diyalektikçi ve Deleuze'nin
dirimselci olarak karşıtlıklarından bahsetmek, oldukça radikal bir
sadeleştirmeye izin vermek anlamına gelir. Diyalektik ile ilgili her şeyin sert
bir eleştirisi ile başlayan 1960'ların sonunda, Deleuze ona en yakın olandır.
Kendi diyalektik konseptini inşa etmeye çalışır: Hegel’den farklı olarak,
(Deleuze'ün anladığı şekliyle) Hegel'e direnen bir Platon'cu, Kant'çı,
Kierkegaard'cı geleneğe göre davranır ve olumsuzluk olarak varlık-olmayana
(non-being) karşıt olarak sorunsal olarak varlık-olmayanı öne çıkarır. Ve bu,
kesinlikle Zizek’in Deleuze'ü diline doladığı yerdir:
Deleuze burada beklenmedik bir şekilde Hegel'e yakın
[…] Diyalektik sürecin bir sonraki “daha yüksek” aşamasına geçiş, tam olarak,
bir çözüm aramayı sürdürmek yerine, onun terimlerini bizzat (yazarın
italikleştirdiği) terk etme sorununu sorunlaştırdığımız zaman, -örneğin,
“gerçek” bir Devlet aramayı sürdürmek yerine, Devlete olan referansı bırakıp
Devletin ötesinde komünal bir varoluşu aradığımız zaman- ortaya çıkar (2012ižek
2012: 137).
Deleuze ve Hegel’in projeleri arasındaki çelişkiyi
aşındırmaya yönelik en incelikli girişimlerden birini yapan Zizek'tir.10 Bununla
birlikte o bu çelişkiyi öncelikle diyalektik ve anti-diyalektiğin bir
hesaplaşması olarak görürken, bu hikayenin entrikaları farklı bir biçimde
sunulmuş olabilir: diyalektiklerin çokluğuyla diyalektik idesinin bir hesaplaşması
olarak. İlerlemek için, bakış açısını ifade düzeyinden kavramların işleyiş
düzeyine kaydırmak gerekir.
Şans, Sanal ve Tekrar
Zizek’in Deleuze’ü okumasında, sadece çok ileri
gitmesi değil, aynı zamanda Deleuze'ün Hegel'i ve diyalektikleri eleştirisi ile
ilgili olarak o kadar ileri gitmektedir ki, zaman zaman neredeyse onu Hegel ile
çakıştırır. Zižek'e göre, Hegel'in geleneksel idealist imajını eleştiren
Deleuze, Hegel felsefesinin gerçek çekirdeği olan gerçeğe doğru yol almaktadır.11 Fakat
Zizek Hegel ve Deleuze'ü birbirine bu kadar yaklaştırmakla kendisini Deleuze'le
çakıştırma riskini almış olmuyor mu?
Görev şimdi, Zizek'e göre, Deleuze ve Hegel'in aynı
telden konuştuğu tezlerini analiz etmek olduğu için, bir yandan Zizek'in
Hegel'i yorumladığı ve üzerinde durduğu üç kavramı vurgulamak ve kısaca analiz
etmek istiyorum. Öte yandan, bunlar Deleuze felsefesinin ana kavramlarını
temsil eder: şans, sanal ve tekrar.
Deleuze, Hegel'i kendi tarzında yorumlar: onun için,
olumsuzlama ve dolayım mutlaka genelliğe ve belirli bir nihai kimliğe atıfta
bulunur. Žižek'in reddettiği bu okumadır:
[...] "Mutlağı özne olarak değil töz olarak
kavramak - bu zorunlu bilgininin bizi yadsıdığını kabul ederken, tarih üzerine
kendi tözsel zorunluluğunu dayatan önceden-varolan bazı Ruhlar olduğunu
zannediyoruz. Yine de, tutarlı bir Hegelci olmak için çok daha önemli bir adım
atmak gerekir, tarihsel zorunluluğun gerçekleşmesinin olumsal sürecinin
önceden-var olmadığı, yani, tarihsel sürecin kendi içinde "açık"
istikrarsız olduğu konusunda ısrar etmeliyiz - bu karmaşık karışım
"bizzat çözüldüğü ölçüde anlam oluşturur"(Ibid.: 139).
Bu şekilde, Hegel'in felsefesinde özneye dayanan
hareket, nedenselliğin çizgisel zamansal düzenine karşı çıkan özgül bir
zamansallığı ortaya koymaktan ibarettir; Zizek buna geriye dönük zamansallık
der. Olumsallığı, sadece zorunluluğun diğer tarafı olarak değil,
fakat diyalektik eleştirmenleri tarafından göz ardı edilen - tabi,
Zizek'in görüşüne göre- zorunluluğu geriye dönük tarzda üreten bir unsur olarak
ortaya koyan bu diyalektik dönüştür. Burada Zizek'in yorumunda, Hegel ve Deleuze
kendi projelerinin odağındaki olumsallık iddiasının buyruğu olarak, şaşırtıcı
biçimde aynı fikirde görünürler. “En zor şey, şansı bir onaylama nesnesi
yapmaktır, ve bu buyruğun anlamı ve onu başlatan sorulardır”(Deleuze 1994:
198), Deleuze'ün kendi diyalektiğinin amacını betimlemesi olarak.“Evet, Hegel
olumsallığı evrensel rasyonel bir düzen içinde reddeder- ancak bu düzen kendini
olumsal bir fazlığa dayandırır” (Zižek 2012: 144), Zizek şansı, ısrarla geriye
dönüşlü diyalektik şemanın biçimi sayesinde haklı göstermeye çalışır (2012:
144).
Bu bağlamda son derece önemli bir rol oynayan başka
bir kavram, hem Zizek hem de Deleuze'un “potansiyel” den temel olarak farklı
bir şey olarak anlamayı önerdiği sanal kavramdır. Eğer Aristotelesçi anlamda
anlaşılan potansiyel henüz gerçekleştirilmemiş bir gerçekliğe
dönüşürse (hareket öncekinden ikincisine yönlendirilir, şimdiki
zaman geçmişten geliyormuş gibi görünür), sanallık geçmişte geriye dönük olarak
gerçekleştirilen böyle bir anı gösterir - her zaman mevcut ama şimdiden
türetilen bir an olarak. Genellikle gelecekle ilişkilendirilirse, olasılık
boyutu geçmişe “açık Bütün” olarak yerleştirilir; Zizek'e göre, bu jest Hegel,
Benjamin, Freud ve Deleuze'ü birleştiriyor. Gerçekleştirme potansiyel olarak
mevcut olan sanalı önceden somutlaştırmaz, fakat sanalın boyutuna işaret
ederek, onun geçmiş içindeki olasılığının gölgesini geriye dönük olarak
düzenler.
Biz Hegel'ciler için buradaki kritik soru şudur:
Hegel, potansiyellik ve sanallık arasındaki bu ayrımla ilgili olarak nerede
duruyor? İlk yaklaşımda Hegel'in potansiyelin filozofu olduğuna dair somut
kanıtlar var: diyalektik sürecin bütün meselesi, kendinde'den kendi-için'e
gelişme, oluş sürecinde, şeyler sadece “zaten oldukları gibi olur” (ya da
tamamen sonsuzlukta) değil mi? Diyalektik süreç sonsuz bir potansiyeller
dizisinin zamansal yayılımı değil mi, Hegelci sistem neden kendi kendine kapalı
bir zorunlu geçişler dizisidir? Bu karşı konulmaz delillerin dağılım serabı,
diyalektik sürecin radikal geriye dönüklüğünü tam olarak hesaba kattığımız an
yok olur: oluş süreci kendi içinde zorunlu değildir ancak bizzat zorunluluğun
hale gelişidir (aşamalı olarak olumsal meydana gelişidir) (Zižek 2012: 147).
Zizek'in bakış açısına göre, Hegel'in eserlerinde
sanallığın yeri özne tarafından ele alınmakta, hiçlik ve onun biçimi olarak
anlaşılmakta - yani, hiçlik ya da rastgele - yeni bir diyalektik dönüş ortaya
çıkmaktadır, yeni bir olay; görünüş, kendi zorunluluğunu geçmişte tesis eder.
Nedensellik ve geriyedönüklük paradokslarını
açıklamada gerçeklik ve sanallık kavramlarını onarırken, Zizek açıkça Fark
ve Tekrar ve Anlamın Mantığı'na gönderme yapar. Sanallığı
ve gerçekliği diyalektik şekilde yan yana koyan üç Deleuz'cü kavramı şöyle anlatıyor:
saf geçmiş, fikir ve saf fark. Bu terimlerin kullanım bağlamı ikilidir:
Birincisi, diyalektiğin tarihsel olarak anlaşılma bağlamı, ve ikincisi genelde
tüm diyalektik sistemin yapısının bağlamı. Başka deyişle, sanal ve
gerçeklik arasındaki ilişki sorusu hem tarih hem de mantık için kilit öneme
sahiptir.
"saf geçmiş" sadece şimdinin geçmişi
değildir, o paradoksal olarak bütün zamanlar ve olaylarla ilgilidir, yazgı
unsurunu taşıyan geçmiş, şimdi ya da gelecek. Bununla birlikte, onun sanallığı
bu mutlak geçmiş unsurunun şimdiki zamanda geriyedönük olarak yeniden
tanımlanacağı şekilde çalışır (Ibid.: 209, 613). Burada "açık
Bütün" figürü yeniden görünür; Zizek'in diyalektik felsefeye
atıflı icadı:
[…] Bizi tam olarak belirleyen bu sonsuz saf geçmiş
kendisi geriyedönük değişime nasıl maruz kalır? Bu yüzden aynı anda
düşündüğümüzden daha az özgürüz ve daha fazla özgürüz: tamamen pasifiz, geçmişe
bağlı ve geçmişe bağımlıyız, fakat bu belirlemenin alanını tanımlama, bizi
belirleyecek geçmişi (aşırı) belirleme özgürlüğüne de sahibiz. (ibid: 135)
Stoacılar tarafından ortaya konan, bedenli şeyler ile
bedensiz etkiler, fikirler, anlamlar ya da olaylar arasındaki fark -birincisi
gerçek varlık ve ikincisi sanal- Deleuze’ün ontolojisi için son derece önemlidir.
Bu tür nedensel ilişkiler, gerçek şeyler düzeninde doğar, ancak gerçek düzen,
aynı zamanda ifadenin işleyişi yoluyla sanal etkilere (anlamlar, fikirler ve
olaylar) neden olur. Edilgin varlık ve ifade edilmiş entiteler olan
fikirler, yarı-nedensellik ilkesi yoluyla başka
fikirlerle ilişkilere girer. Ve Deleuze'ün "idea" yorumu
Zizek tarafından Hegel'in diyalektiği bağlamına kaydedişmiş olan geriyedönük
mantık aracılığıyla yeniden yorumlanır. Burada Zizek için temel unsur,
Deleuze'e göre fikirlerde meydana gelen değişikliklerin “Bütün
üretici güç gerçek şeylerde yattığı için sadece Fikirleri ifade eden gerçek
şeylerdeki değişikliklerle gerçekleşmesidir”(Ibid.:138). Sanalın böyle
yorumlanması Zizek'e, "kapalı bütün"ü tedricen açan, fiili gerçekliği
önceden varolana uyarlayan ya da bu fiili gerçeklikten bağımsız olarak varolan
önceden-kurulmuş bir yöntem olarak diyalektik varlık fikrini reddetme fırsatı
verir. Sunulan geriye dönüklük mantığına göre, fikrin kendisi görünür ve bütün
yapıyı yeniden tanımlayan olumsal bir uğrakta gerçekleşen değişimler
aracılığıyla üretilir; ve diyalektik bir mekanizma teorisidir, hatta tam
da böyle bir üretimin mekanizmasıdır.
Ancak zaten burada, Zizek’le Deleuze’ün projeleri
arasındaki köklü fark açıkça ortaya çıkıyor ve onları tek bir diyalektik
harekette birleştirmemizi önlüyor. Zizek’in kendisinin açıkladığı gibi:
“Sanalın gerçekliği […] bu henüz tam olarak mevcut olmayan, henüz tam olarak
gerçek olmayan bir şey tarafından üretilen gerçek etkiler, etkinlik, etkililik
anlamına gelir”(2004a).12 Bu ifade ile ilgili söylenen şey,
sanal temayı ortaya koymanın tüm radikalliği için, gerçeklikte ürettiği
sonuçlar ve “gerçek etkiler”in asıl odak noktası olmaya devam etmesidir. Bunlar
gerçekliğin derecesini ölçen etkilerdir. Sonuç olarak, Zizek için geriye dönük
olma fikri, onun gerçekleşme mekanizmasını göstermeye yöneldiği için sanalla
çalışmayı amaçlamaz. Elbette, bu gerçekleştirme önceden belirlenmiş
potansiyelin gerçekleştirilmesinden farklı bir şekilde anlaşılmalıdır. Ancak yine
de, Zizek'e göre diyalektiğin sağladığı pratik ve teorik özgürlüğün temek
uğrağı, asıl karakteristiği bu olayın sanal boyutta bir değişiklikle
işaretlenmiş olsa bile, gerçeklikte değişiklik olayı uğrağı ile ilgilidir.
Deleuze'e gelince, bunun yerine, en yüksek özgürleşme uğrağını saf zaman biçimi
ve saf farkın, bizzat sanalı serbest bırakması aracılığıyla kavrar. Zizek'in
sanal olanı olanaklı olandan farklı olarak tanımladığı geriyedönüklük fikri
Deleuze tarafından daha çok ikincisi bağlamında anlaşılmaktadır.
Olanaklı 'gerçekleşmeye' açık olduğu
ölçüde, gerçeğin bir imgesi olarak anlaşılırken, gerçek olanın olanaklıya
benzemesi beklenir. Bu yüzden, tüm yaptığı çifte benzerlik olduğunda varoluşun
kavrama neler kattığını anlamak zordur. Olanaklının kusuru budur: olgudan sonra
üretilmiş, geriye dönük olarak (Deleuze 1994: 212, kendi vurgusu eklendi)
benzerinin imgesi içinde imal edilmiş suçlamasına hizmet eden bir kusur.
Sanalın gerçekleşmesi, tam tersine, her zaman fark, ayrılma, farklılaşma
yoluyla meydana gelir (Deleuze 1994: 212).
Sanalı sadece saf fark olarak ya da fikrin (ya da
problemin) "ayrımlaşması" (differenciation) olarak anlamakla, onun
gerçekleşmesi problemine geçebiliriz: çözümler düzeyinde
"ayrımlaşma". Bunun Deleuze tarafından dile getirilen diyalektiğin
özü olduğu söylenebilir.
Bu ilişkide Zizek ve Deleuze'ün pozisyonları
arasındaki fark, Deleuze'ün kendi malzemesi kullanılarak tanımlanabilir:
Deleuze'ün Anlamın Mantığı'nda karşılaştırdığı Kronos ve Aion'un
bakış açıları arasındaki fark olarak (Deleuze 1990: 162–169). Burada iki
zamansallık buluruz: tüm zamanları şimdi olarak gören Kronos, ve şimdiki zamanı
daima gelecek ve geçmişe ayıran ve böylece şimdiyi kendinden
uzaklaştıran Aion. Kronos, bedenli şeylerin gerçeklik düzeniyle ve derinlikle,
Aion ise simulakrum ve yüzeyin sanal düzeniyle birleşmiştir. Bununla birlikte,
temel ve daha ince bir ayrım, aralarında değil, fakat her birindeki gerçeklik
ve sanallık oranı arasında çizilir. Zizek'e göre, daha önce de belirtildiği
gibi, en önemli unsur “gerçekliğin tam da kalbinde, potansiyele yönelik
uğraştaki gizemi ortaya çıkarmaktır”(2012: 291). Deleuze'ün terimleriyle bu
eğilim, "derinliğin çıldırması" ya da gerçekliğe bağlı olan ve
"şimdiki zamandan uzaklaşmaya" (1990: 164) başlayan, gerçekliğin
ansızın kendisiyle ve zamanla ilgili belirli bir kaymayı ve eşitsizliği ortaya
çıkarmaya başladığı an olarak tanımlanabilir. Zizek’in metaforuna gelince,
kararsızlığı ve ajitasyonu tespit edebilir belli bir derinliğe işaret ediyor.
Bununla birlikte, Kronos durumunda bu tür bir ajitasyon gerçekliğin sınırlarını
terk etmez:
"Şimdiden kaçınmak tam olarak oluşun yapamayacağı
şeydir (çünkü o şimdi oluyor ve bundan dolayı bu "şimdi" nin
üzerinden atlayamaz). [...] Kronos, halâ gelecek ve geçmişin şimdiden aldığı
intikamı yine de şimdi açısından (kendi vurgusu eklendi) ifade etmelidir, çünkü
bunlar sadece onun kavradığı terimlerdir ve sadece onu etkileyen
terimlerdir" (Deleuze 1998: 164).
Deleuze Kronos’un “şimdi”sini ve Aion’un
“anlık” ını (instant) karşılaştırır (Deleuze 1990: 165–166). “Anlık” aynı
zamanda şimdiki zamanın oluşumunu ve sapmasını, fakat Kronos'un “şimdi” sinden
farklı bir şekilde gösterir. Burada ön plana çıkan şey, fiili şeylerin dönüşümü
değil, fakat bedensiz etkilerin oluştuğu saf uzamdır. Deleuze, şimdiki zamandan
bir tür sapma olarak kavradığı olayın zamansal tanımıyla ilgili iki durumu göz
önünde bulundurarak bunları karşılaştırır.
İlk hipotez, derinlik ya da Kronos ile, ikincisi de
yüzey ya da Aion ile ilgilidir: “derinlik şimdiden kurtulursa, şimdinin paniğe
kapılmasına ölçünün bilge şimdisiyle karşı çıkan bütün gücüyle birlikte bir
'şimdi'dir” (ibid:165). Bu tez, Zizek'in diyalektik yorumuyla uyumlu olarak
okunabilir: bir gerçeklik düzeni yerine, gerçek şimdiden saptığında,
-geçmiş ve geleceğin doğasında olan- kendi içinde sanalı açığa çıkaran
"derinliğin çıldırması" olayının sonucu olarak yeni bir ölçü düzeni
gelir. Zizek'in temel jesti, bu yeni düzen içinde “çıldırma” nın keşfi ile
ilgilidir.
"Eğer yüzey şimdiden kaçarsa, meydana gelişi
bölünmeye ve yeniden bölünmeye tabi atfedilebilir herhangi bir (yazar
tarafından italikleştirilen) şimdiden ayırt edilen bir 'an'ın tüm gücüyle
olur"(Ibid.: 165). Deleuze'ü en çok ilgilendiren şey, -gerçeğin değil
fakat daha çok sanalın alanındaki- sanal ve gerçek arasındaki bu raslantı
anıdır. Bu anlamda, yukarıda belirtilen “olumsallık savunusunun” zorunluluğu,
Deleuze’ün çalışmalarında tamamen farklı, tarihdışı bir anlam taşır: burada,
şans, sadece olasılıklardan biri olarak ne de patolojik gerçeğin saf sanal
alana müdahalesi olarak değil13 keyfiliğin hiç yer almadığı ve
gerçek ve sanalın dolayım olmaksızın birbirine dönüştüğü, "tüm
şans"ın ve tam bir kaos oyununun onaylanması olarak görünür (Ibid.: 60,
243–248).
Elbette, bu sanal unsur şimdiki zaman ve gerçeklikten
tamamen bağımsız değildir; ancak atfedilebilirlikleri (conjugation), Kronos'un
bir ölçüsü olarak değil, paradoksal bir unsur olarak algılanır - “yoğun
olmayan” şimdi ya da "birleşmenin değil saf işlemin şimdisi" bir
"karşı-gerçekleştirme” olarak düşünülmelidir (agy.: 169). Bu perspektiften
anlaşılan gerçeklik, Zizek'in onu tanımlaması ile aynı değildir, fakat bunun
yerine, temel olarak çokluktur. Zizek, bu çokluğu kabul etmiyor - yerine
eleştiriyor - fakat görünüşte, bu çokluğun Hegelci diyalektiğin sözlüğüne
aceleyle atfettiği kavramlardan türediği anı kaçırıyor.
Deleuze, Aion'un açılımını ebedi dönüşle ya da zamanın
üçüncü senteziyle aynı terimlerle tarif eder14 (Deleuze 1994:
85): "Aion zamanın ebedi gerçeğidir: kendisini mevcut bedenli içeriğinden
serbestleştiren ve dolayısıyla kendi döngüsünü çözüp kendisini düz bir çizgide
uzatan zamanın saf boş biçimi "(Deleuze 1990: 165). Deleuze'e göre, Zizek
tarafından çok değerli bulunan saf geçmişle ilgili ikinci sentezin belleğinin
yetersizliğini telafi eden, üçüncü sentezdeki zamanın saf ve boş biçiminin bu
serbest kalmasıdır. Sanallık Deleuze tarafından belirsiz bir şekilde anlaşılır:
farklı düzeylerde, farklı sentezlerde ve kombinasyonlarda mevcut olduğu
anlamında. Benim tezim şöyledir: Zizek sanal olanı yorumlarken sadece onun
açılım düzeylerinden birini referans alıyor, Deleuze için kilit önemde olan bir
şeyi kaçırıyor ve bu yüzden kendi felsefesinde Hegel'in diyalektik
makinasını farklı bir yönde yeniden başlatmaya yardımcı olacak gerçek bir
kaldıracı göremiyor. Bu, en çok burada ele alınan üçüncü bir kavram söz konusu
olduğunda görülür: tekrar kavramı. Şans ve sanalı (hem tarihsel hem
de mantıksal) geriyedönüklük ortak kavramı altında bir araya getiren
Zizek, Deleuze felsefesinin ve diyalektiğinin ortak olarak sahip
olduğu başka önemli bir sorununa yaklaşır: tekrar meselesi. Aslında, Hegel'in
diyalektiği de, aynı tekrarı yeni bir mantıksal düzeyde ele alır. Tarih
bağlamında, bu tekrar hakikatin hata aracılığıyla tesisi olarak düşünülmektedir
(Zizek 1989: 61–65). Tekrarın Zizek'te bu şekilde yorumlanması geriye dönüklük
mekanizmasının bütün kapasitesini, sanalın mantığını ve olumsallık iddiasını
içerecek şekilde etkinleştirmektedir. Ancak Zizek'in belirttiği gibi, Deleuze
farklı, “diyalektik olmayan” bir tekrarı sorunsallaştırır: yani, olumsuzlamayla
gitmeyen, ancak yine de yeni bir şey taşıyan bir tekrar. Bu anlamda,
Kierkegaard, Freud ve Deleuze'un tekrarı sunuşu, (Hegel'in) diyalektiği için
gerçek bir problemdir.15 Tekrar kavramsal-olmayan bir farktır
ve kavramsallaştırılması Deleuze için, farkın aynıdan bağımsız saf fark olarak
yeniden yorumlanmasına ayrılmaz biçimde bağlı ve tutarlıdır.
Saf geçmiş ve fikir, yukarıda gösterildiği gibi,
geriyedönüklük mantığına bağlı kalır ve mekanizması şu şekilde tanımlanabilir:
sanal alanda, yani Fikirler alanında şans, “tüm üretici güç, gerçek şeylerde
yattığından, fikirleri ifade eden gerçek şeylerdeki değişiklikler aracılığıyla"
(2012ižek 2012: 138) meydana gelir". Bununla birlikte, saf fark ve
tekrarla birlikte tam tersi doğrudur:
Deleuze'ün yeninin ve farkın karşıt olmadığına dair
tezleri, yeni sadece tekrardan doğduğu için sanal ve gerçek arasındaki farkın
arka planına karşı okunmalıdır: şeylerin sadece gerçek boyutunu
ilgilendiren değişiklikler sadece varolan çerçeve içindeki değişiklerdir,
gerçekte Yeni bir şeyin ortaya çıkışıyla değil – Yeni sadece sanal,
gerçek değişikliğin dayanağı olduğunda ortaya çıkar, ve bu değişim tam olarak
bir şeyin kendi gerçekliği içinde aynı kaldığı bir tekrar kisvesi içinde vuku
bulur. (Ibid.: 303)
Böylece, geriye dönük bir jest içindeki sanal yapı
"her zaman zaten" -gerçeklik düzeninde bir değişimle ilgili- varolan
olarak tesis edilmişse, tekrar durumu için bunun tersi doğrudur:
yeni sanal düzeyde görünür, oysa gerçek düzen değişmeden kalır. Burada gerçek
ve sanalın ters orantılı olduğu görülebilir, fakat aslında her şey
yerli yerinde kalır: sanal alandaki değişimler halâ gerçeklik düzenine
bağımlıdır, ancak bir durumda onun değişimiyle, ve ikinci bir durumda onun
"ayrılmaz" hale gelişiyle uğraşmak durumundayız:
Yeni, kendi oluşum ve yozlaşma akışında
"doğal olarak" gelişmekte olan bir süreç yerine, bu akış, bir unsur
(bir jest) kendini tekrarladığı, sürdürdüğü, sabitlediği zaman
sıkışık (stuck) hale gelir ve böylece (gayrı) bileşimin "doğal" akışı
kaygı ve endişe yaratır. Eskinin bu ısrarı, "sıkışma"sı, Yeni'nin
yükselişinin tek olası yeridir: kısaca, Yeni'nin asgari-minimal tanımı,
sıkışıp kalan ve böylece ölmeyi reddeden bir Eski gibidir. (ibid: 303)
Yine, bu tanım şaşırtıcı biçimde, Deleuze'e göre
"katılaşmalar, kesintiler, patlamalar ve çökmeler ya da tıkanmalar
gibi kazalar ve döngüselliklerden ayrılmaz olan" (Deleuze 1990:
165), Deleuze'cü Kronos'un özelliklerini yankılayan şekilde doğrudur. Zizek'in
dikkat etmesi gereken, Deleuze’ün oluş, tekrar ve Yeni anlayışının, ikinci
sentezin ve Kronos'un mantığının ötesine geçmesiyle ilgili olduğudur.
Bu, Zizek'in, tekrar sorununu Hegel'in diyalektiğine
nasıl bağladığıyla ilgilidir: her ne kadar Hegel tekrarı -diyalektiği içinde
tanınmayan yalın mekanik tekrarı terk ederek- olumsuzlama aracılığıyla anlasa
da, o "eylem" düzeyinde kalır. Diyalektik dışsalın içselleştirilmesine
izin verir, bu nedenle Zizek saf tekrarı olumsuzlama sürecinin tam kalbine
nakleder.
Kierkegaardcı-Freudcü saf tekrarda
[…] bizzat diyalektik yüceltme hareketi, tekrar için "kör"
bir zorlama kılığında, kendi dışında, kendi çekirdeğiyle, kendisiyle karşılaşır. Burada,
dışsal engelin içselleştirilmesiyle ilgili büyük Hegelci mottoyu uygulamak
durumundayız: diyalektik hareket, dışsal karşıtıyla, reddedilemez tekrarlarla
savaşırken, kendi dipsiz zeminine, kendi çekirdeğine karşı savaşır; başka deyişle
nihai uyumlaştırma jesti, olumsuzluğun bu ilave tehdidinde kendi öznesinin
çekirdeğini tanır. (Zizek 2012: 314–315)
Zizek bu şekilde, “saf tekrarı” - örneğin,
Kierkegaard, Freud ve Deleuze'ün tekrarı gibi- bağımsız bir sorun olarak değil,
“Hegel sorununa bir yanıt” olarak sunar: bu yorumdaki Hegel
felsefesinin reddi, yıkıcı anlamını kazandığı boyutun kaybı anlamına gelir
(ibid).
Fakat burada itiraz etmeliyiz, çünkü Zizek'in
kastettiği “saf tekrar” terimi tam olarak Deleuz'cü değildir (ya da tam olarak
Kierkegaard'cı değildir). Tekrar kavramı aslında Deleuze tarafından
Hegel-karşıtı olarak, dolayıma ve olumsuzlamaya uğramadığı anlamına gelir. O,
bu anlamda modern felsefede bu konuyu ilk gündeme getiren düşünürlerden
Kierkegaard'ın çizgisini sürdürür. Bununla birlikte, Zizek, bu kavramı
özellikle Freud’de görüldüğü gibi birikimsel-olmayan ve mekanik olarak
tanımlar: tekrara zorlanmak, psikanalizin baskın temasıdır. Deleuze'e gelince,
elbette, oldukça dikkat eder, ancak genel olarak onun tekrar kavramı
Hegel-karşıtı patosuyla farklı bir argüman geliştirir.
Onların fikir ayrılıkları şu şekilde özetlenebilir:
Deleuze olumsuzlamaya tabi olmayan dolayımsız tekrardan söz eder ve tekrarı
sanal boyuta ait bir kavram olarak tanımlar. Deleuze'ün inandığı
dolayımsız, fakat hiç "saf" olmayan, ne çıplak
ne de mekanik fakat bunun yerine "giysili" ve "saklanmış"
tekrarı budur, oysa, Zizek analizinde mekanik tekrarların gerçek boyutuna
gönderme yapar. Yine de Deleuze için bunlar kimlik, olumsuzlama ya da
reddetmeye karşı değil, “çıplak” tekrarlar olarak görünür. Deleuze’ün
diyalektik projesinin görevi, birinin farklı bir yol seçebileceği ve farklı,
temsili olmayan bir perspektife yerleştirilebilir bir kesişmeye işaret
etmektir.
Deleuze, saf fark kavramlaştırması için yaptığı
çağrıda “saf tekrar” iddiasından uzaktır. Deleuze'ün "tekrar güçlerinin
yer değiştirme ve saklanmayı içerdiği"ne dair tezlerinin (Deleuze 1994:
288) görevi "çıplak tekrar"ı, "gizli tekrar"ın etkisi
olarak kavramaktan ibarettir: "tekrar, gerçekten kendisini oluştururken
kendini gizleyen, kendisini gizlemek yoluyla kendisini oluşturan şeydir. [...]
kendisini gizlemekten çıkarsanacak ya da soyutlanacak çıplak bir tekrar yoktur.
Hem gizlenmiş hem de gizli aynı şeydir" (Ibid.: 17).
Hem gerçek hem de sanal süreçler aynı anda tekrar
adını taşır. Deleuze'e göre aktüel mekanik tekrarın sorunsallaşması,
özdeşlik, olumsuzlama vb.'leri ile yapılan “Hegelci” okumayı dışlamaz, hatta
kışkırtır bile. Deleuze’nin keşfi, sanal tekrarla -yani sanal düzeyde
gerçekleşen tekrarla- pek o kadar ilgili değildir. Burada Deleuze
mekanik tekrarın sadece ilk adım olduğu saptanan tekrarın bütün bir dağılım
sistemine sahiptir (Ibid.: 294–297). Bununla birlikte, Deleuze'ün bir dizi
tekniğini analiz edersek -örneğin, ilk zaman sentezinden (şimdiki zaman,
“Habitus”) ikincisine (geçmiş, “Mnemosyne”) birincinin gerekçesi olarak hareket
gibi- Hegel diyalektiğinin bilinen tekniklerini farketmemek zordur. Ek olarak,
-ilk ikisini, aynı anda hem temsili hem de gerekçelendirme mantığını
ihlal ederek haklı kılan- zamanın üçüncü sentezi sanal seviyeye varır ve bir
anlamda diyalektiğin ötesine geçmenin (diyalektik) bir aracı olarak görünür17 Belki
de Deleuze'ün felsefesinde, Hegelci mesajda saf farkın çelişkiye ve nihayetinde
kimliğe indirgenmesinden başka bir şey görmeyi reddeden kör bir nokta vardır,
oysa belki de çelişkinin bizzat bir yorum olarak, saf fark sorununa bir
yaklaşım çabası olarak okunması da gerekir.
Yukarıda analiz edildiği gibi -Deleuze'ün Hegel'e
yönelik eleştirel pozisyonuyla başlayan, Zizek'in Hegel aracılığıyla Deleuze yorumuyla
ilerleyen ve Zizek'in görüşünden ayrılarak Deleuze'ün duruşuna geri dönen- bu
üç düşünümsel değişikliğin ışığında, biz sonuç olarak başka bir
yerinden edilmenin mümkün olabileceği yeni bir bakış açısının açılışını
görebiliriz: Hegel'in diyalektiğini Deleuze’ün bakış açısından yorumlamak. Ve
eğer Zizek'in metinleri, Deleuze'ü Hegelci diyalektik ışığında okumamıza izin
veriyorsa, o zaman tersi bir işlem de mümkündür; -Deleuze'ün belirgin bakış
açısından fakat onun kendi diyalektik bakış açısından Hegel'i okumak-
diyalektik hareketin özünü yeniden tanımlayabilir ve tarih öncesini yeniden
yazabilir.
Kaynak http://stasisjournal.net/index.php/journal/article/view/137/219
Çev. hç.
Notlar
1 Modern felsefi bağlamdaki Hegel figürünün en önemli
araştırmaları arasında, Rebecca Comay (Comay 2011; Zandvoort and Comay 2018),
Catherine Malabou (Malabou 2004; 2009a; 2009b; Malabou and Butler 2010), ve
Susan Buck-Morss (2009)'un çalışmalarından söz edebiliriz.
2 “Deleuze, bu belirli noktada tartışmayı ayrıntılı
olarak sürdürmedi. Onu buraya alırdım, ama artık biraz rahatsız edici bir
şekilde yeniden katılmak için onun orada olmadığı gerçeğini buluyorum. Benim
felsefemin ne ölçüde düşünümsel, olumsuz ya da analojik değer
taşıdığını ve Kantçı idenin bütün nitelikleriyle birlikte bir aşkınlık
oluşturduğunu, bir çok farklı pasajda büyük bir zevkle yaptığı gibi, bir kez
daha işaret etmesini nasıl da isterdim!" (Badiou 2006: 75–76).
3 Bu bağlamda Robert Sinnerbrink, Deleuze'ün
felsefesine yönelik iki kutuplu yaklaşımları şöyle belirler: çoğunun
çalışmalarında Hegel ve Deleuze arasında temel bir çatışmanın olduğunda ısrar
eden değerlendirmeleri kadar, Deleuze'ün kendisine bağlı kalan "radikal
ayrılıkçı" yorumlar ve onları bağdaştırmaya çalışan düşünürlerin karakteristik
olan "sabıkalı" ve "asimilasyonist" okumaları. Slavoj
Zizek'in dışında, ikinci gruptaki yazarlar içinde Judith Butler ve Catherine
Malabou da bulunur (Sinnerbrink 2006: 64).
4 Deleuze, Merleau-Ponty'yi: "Diyalektik,
avatarlarından daha az speküatiftir" sözüyle anar (Deleuze 2006: 217).
5 Çalışma daha sonra 1969'da Platon ve
Simulacrum başlığı altında yeniden yayımlandı.
6 Elbette Hegel’in eserlerinde bu kavram cins-tür
ilişkisini de ihlal ediyor. Zizek'in bu ihlali tanımladığı gibi: “temel Hegelci
mantıksal ilke”, “cinsin iki türü cinsin kendisi ve onun bir türüdür” (Zizek
1997: 92). Deleuze'e gelince, Hegel’in sonsuzluğu ortaya koyan kavramının
"heyecan verici" ("orjiastik") doğasından söz eder. Ancak
burada Deleuze için problem, nihayetinde heyecan vericiliğin halâ organik olana
bağlı olmasıdır: “Organik olanın nihai arzusu heyecan verici hale gelmek ve
kendi içinde ele geçirmektir, ve bu çaba iki uğrakta doruğuna ulaştı, Leibniz
ve Hegel'de. […] Bununla birlikte, hiçbir şey değişmedi: fark iftiraya maruz
kaldı ve yapılacak tek şey onu telafi etmek ya da kurtarmak için ve temsil
kategorilerine tabi kılmak için daha incelikli, daha görkemli araçlar
keşfetmektir" ( Deleuze 1994: 262-263). (Deleuze 1994: 262–263).
7 Olumsuzlama kavramını eleştirirken Deleuze hiçbir
şekilde salt olumsuzlamanın olumsuzlaması savunusunun biçimlerine geri dönmez,
fakat "kuşkulu alternatifin" dayatmasından kaçınmak adına onun yerini
değiştirir: "olumsuzu yok etmeye çalışırken, varlığın yok olmayışını kabul
eden tam bir pozitif gerçeklik olduğunu gösterirsek kendimizi memnun ilan
ederiz; tersine, olumsuzlama zemininde uğraşırken, varlığın kendisine ya da
varlıkla bir tür varlık-olmayanın ilişkisine yerleşmeyi başarırsak memnun
oluruz (bize öyle görünür ki, bu varlık-olmayan zorunlu olarak olumsuzlamanın
zemini ya da olumsuzun varlığıdır). Dolayısıyla alternatif şu şekildedir: ya
varlığın yok olmayışı (no non-being) ve olumsuzlama yanıltıcı ve temelsizdir,
ya da olumsuzu varlığa yerleştiren ve olumsuzlamayı temel alan varlık-olmayan
(non-being) vardır. Belki yine de, hem varlık-olmayanın (non-being) hem de
olumsuzun yanıltıcı olduğunu söylemek için nedenlerimiz var" (Deleuze
1994: 63).
8 Anti-Ödip'deki bazı inşaların -örneğin, D.
Kralechkin tarafından kitabın Rus baskısına son sözlerinde gösterdiği gibi
(Kralechkin 2007: 655)- Hegel'in şemalarıyla karşılaştırılabilir olmasına
rağmen, Anti-Ödip'in açık pathosu anti-Hegelci ve bu anlamda
anti-diyalektiktir.
9 “Bu tözsel işaretlerin yaratılması için çok önemli
bir ana, çokluk hikayesine dönelim. Bu tam olarak çok ve bir arasındaki soyut
zıtlıktan kaçmak, diyalektikten kaçmak, saf durumdaki çokluyu kavramayı
başarmak, onu kayıp bir Birlik ya da Bütünlüğün sayısal bir parçası olarak ya
da henüz ulaşılmamış bir Birlik ya da Bütünlüğün organik unsuru olarak ele
almaktan vazgeçmek, ve yerine çokluğun farklı tipleri arasında ayrım yapmak
için oluşturuldu" (Deleuze 1987: 32).
10 Deleuze'ün felsefesini ve diyalektiği bir araya
getirme girişimleri tamamen farklı amaçlara işaret eder:1) Deleuze'ün
felsefesinin diyalektik düşüncenin temel öncüllerini paylaştığı, fakat çeşitli
koşullar yüzünden diyalektik çekirdeği -"olumsuzluk"u kaçırdığı, ve
sonuç olarak kendini anlamayan ve "Guattarileşme"nin (Zizek'in
kendi eserlerinde tartıştığı gibi) çirkin tarafı olma riskini taşıma;
2)Düşüncesinin belirli dönemlerinin gelişiminde, Deleuze'ün tamamlanmamış bir
anti-Hegelci kaldığını ve diyalektik şemayı izlemekten kaçınmayı başaramadığını
göstermek (bu nedenle Sinnerbrink, eleştirel tutumu artık diyalektik bir
boyuttan kaçmayan ateşli bir anti-Hegelcilikten itibaren Nietzsche ve
Felsefe zamanlarının “genç” Deleuze'ünden bahseder [Sinnerbrink 2006:
64]); 3)Deleuze'ün, anti-diyalektik patosuna rağmen, kendisinin hegelci-olmayan
örtük diyalektiklere el altından nasıl güvendiğini göstermek (örnek
olarak Eleanor Kaufman [2012] bu senaryoyu kendi tarzında
gerçekleştirir).Bu problemle ilgili ikinci yöntem olasılıkla bu metinde
tartışmaya çalıştığım şeye benzer ancak Kaufman'dan başka gerekçelerle.
11 Aynı zamanda, Badiou gibi, Zizek de Deleuze’ün
çalışmalarını iki döneme ayırır: Felix Guattari ile karşılaşmadan önce ve
sonra. Deleuze’ün Zizek’in bakış açısından en çok dikkati hak eden ve
Hegelci-Lacancı bir çerçeve içinde yorumlanabilen eserlerini kapsayan ilk
dönemdir (2004 Zizek 2004b: xi, 20–21).
12 Zizek karakteristik olarak bu tanımı, Fark
ve Tekrar'ın dördüncü bölümünün alt bölümlerinden birinin adını pratikte
yeniden üreten ünlü video konferansı ‘Sanalın Gerçekliği'nde veriyor: “Sanalın
gerçekliği: ens omni modo.”
13 Zizek’in çalışmalarında görünür olan bu tema
yaklaşık olarak şöyledir: “her idealize edici / evrenselleştirici olumsuzluk,
tekil, olumsal, 'patolojik' bir içeriğe iliştirilmelidir” (2012: 316).
14 Üçüncü zaman sentezi teorisi, Deleuze’ün Fark
ve Tekrar (1994) adlı çalışmasında sunulmuştur.
15 Zizek bunu Hegel üzerine daha sonraki çalışmasında
şöyle ifade eder: “Hegel'de tekrarlama çok önemli bir rol oynar, ancak
Aufhebung ekonomisi içinde: sadece tekrarlama yoluyla, dolaysızlık evrenselliğe
yükselir, bir olasılık zorunlu hale dönüştürülür […] Hegel’in sistemi içinde
“saf” tekrarını düşünmek için yer yok, henüz Aufhebung'un hareketinde
yakalanmayan bir tekrar var ”(Zizek 2012: 308). Deleuze ile ilgili daha önceki
bir kitapta, Kierkegaard ve Deleuze'un tekrarı hala sadece geriyedönüklük
mantığı bağlamında sunulmaktadır (Žižek 2004b: 8–13).
16 Deleuze'e göre, ikincisini haklı çıkarmak için Aion
gereklidir (saf fark, zamanın üçüncü sentezi, ebedi dönüş, farklılaştırıcı
paradoksal unsur): gerçeklik ve sanallık oranını yeniden tanımlamak kimlik ve
çelişkilerin, olumsuzlamaların ve tekabüllerin ötesine geçmemize izin verir.
Aksi halde temsil düzeyinde kalırız. Sanalın böyle bir tanımı, gerçekliğin yeniden
tanımlanmasını önerir, dolayısıyla Zizek’in karşı-argümanını uygulamak imkansız
hale gelir: 'saf' sanal fark, gerçek öz kimliğin (self-identity) adı değil
midir? Fiili kimliğin kurucusu değil midir? Daha doğrusu, Deleuze'ün aşkın
ampirizminin terimleriyle saf fark, gerçek kimliğin koşulu ya da sanal
dayanağıdır: bir entite sanal desteği saf farka indirgediğinde (ve sadece o
zaman) '(öz) aynılık' olarak algılanır” (Zizek 2012: 302). Deleuze’ün
diyalektiğinin tüm projesi bu iki düzeyi ayırmayı amaçlamaktadır: -farkın
kimliğe tabi olduğu- temsil düzeyi ve farklılaştırıcı saf fark sorunsalı olarak
(ya da gizlenmiş tekrar olarak) Fikrin kristalleştiği düzey. İkincisi,
gerçekliği kimlik ve tekabül bölgesi olarak değil, bir farklılaşma/ayrımlaşma
uzamı olarak yorumlamamıza izin verir.
17 Bir anlamda, tam da üçüncü senteze bu geçiş,
gerçekliğin “ters çevrilmesi” olduğu kadar, duyulur ve duyulurüstü dünyaları
ayırt etmek için Hegel'in bu işlemin üçlü ayrımında ısrar ettiği 'Tinin
Fenomenolojisi'ndeki Hegel'in tekniğini hatırlatır. Duyulur dünya, basitçe
duyulurüstü dünyadaki ötekini açığa vurmakla kalmaz, aynı zamanda duyulurüstü
dünya kendi içinde başka bir ters dönmeye uğramalı ve tekrar duyulur dünyayla
bağlantı kurmak için “ters çevrilmiş dünya” haline gelmelidir (Hegel 2018:
95–97).
References
Badiou, Alain (2006). Deleuze: The Clamor of Being.
Minneapolis: University of Minnesota Press.
Buck-Morss, Susan (2009). Hegel, Haiti, and Universal
History. Pittsburgh: University of Pittsburgh Press.
Comay, Rebecca (2011). Mourning Sickness: Hegel and
the French Revolution. Stanford: Stanford University Press.
Deleuze, Gilles, and Felix Guattari (1983a).
Anti-Oedipus. Capitalism and Schizophrenia. [1972]. Trans. Robert Hurley, Mark
Seem, and Helen R. Lane. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Deleuze, Gilles (1983b). “Plato and the Simulacrum.”
Trans. Rosalind Krauss. October 27: 45–56.
Deleuze, Gilles, and Félix Guattari (1987). A Thousand
Plateaus. Capitalism and Schizophrenia. Trans. Brian Massumi. Minneapolis:
University of Minnesota Press.
Deleuze, Gilles (1990). Logic of Sense [1969]. Trans.
Mark Lester. London: Athlone.
Deleuze, Gilles (1994). Difference and Repetition
[1968]. Trans. Paul Patton. London: Athlone.
Deleuze, Gilles, and Felix Guattari (1994). What is
philosophy? [1991]. Trans. Hugh Tomlinson and Graham Burchell. New York:
Columbia University Press.
Deleuze, Gilles (1997). Cinema 1. The Movement-Image
[1983]. Trans. Hugh Tomlinson. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Deleuze, Gilles (2006). Nietzsche and Philosophy
[1962]. Trans. Hugh Tomlinson. London: Continuum.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (2010). The Science Of
Logic [1813 and 1816]. Trans. George Di Giovanni. Cambridge: Cambridge
University Press.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (2018). The
Phenomenology of Spirit [1807]. Trans. Terry Pinkard. Cambridge: Cambridge
University Press.
Kaufman, Eleanor (2012).Deleuze, the Dark Precursor:
Dialectic, Structure, Being. Baltimore: The Johns Hopkins University Press.
Kralechkin, Dmitriy (2006). Deleuze bez oslozhneniy
[Deleuze without complications]. Censura.ru.
Kralechkin, Dmitriy (2007). Antiposlesloviye
perevodchika. Kritika ne v fokuse. [Translator’s anti-afterword. Criticism out
of focus]. In Anti-Oedipus: Kapitalizm i shizofreniya [Anti-Oedipus: Capitalism
and Schizophrenia]. Ekaterinburg. [In Russian]
Malabou, Catherine (2004). La Plasticité au soir de
l’écriture. Paris: Éditions Léo Scheer.
Malabou, Catherine (2009a). La Chambre du milieu, de
Hegel aux neurosciences. Paris: Hermann.
Malabou, Catherine (2009b). Plasticity at the Dusk of
Writing: Dialectic, Destruction, Deconstruction. New York: Columbia University
Press.
Malabou, Catherine, and Judith Butler (2010). Sois mon
corps: Une lecture contemporaine de la domination et de la servitude chez
Hegel. Paris: Bayard.
Sinnerbrink, Robert (2006). “Nomadology or Ideology?
Žižek’s Critique of Deleuze.” Parrhesia, 1: 62–87.
Smith, Daniel W. (2004). “The Inverse Side of the
Structure: Žižek on Deleuze on Lacan.” Criticism, 46.4: 635–650.
Zandvoort, Bart, and Rebecca Comay, eds. (2018). Hegel
and Resistance. London: Bloomsbury.
Žižek, Slavoj (1989). The Sublime Object of Ideology.
London & New York: Verso.
Žižek, Slavoj (1997). The Plague of Fantasies. London
& New York: Verso.
Žižek, Slavoj (2004a). The Reality of the Virtual.
Youtube. https://www.youtube.com/ watch?v=gBRToxGyKZo
Žižek, Slavoj (2004b). Organs without Bodies: On
Deleuze and Consequences. London and New York: Routledge.
Žižek, Slavoj (2007). “Filosofia nachinaetsya s Kanta
y zakanchivaetsya Gegelem.” [Philosophy starts with Kant and ends with Hegel].
Logos 1.58: 3–13.
Žižek, Slavoj (2012). Less Than Nothing. Hegel and the
Shadow of Dialectical Materialism. London and New York: Verso.